Aynı sendikada şube başkanlığı ve Genel Merkez Genel Sekreterliği yapmış olan eski bir sendikacı ile sohbet ediyoruz…

Söz dönüp dolaşıp daha önce görev yaptığı sendikanın şimdiki yöneticilerine geliyor…

Hani şu "sessiz" ve "sakin", varlıkları ile yoklukları pek belli olmayan, kamuoyunda kimsenin tanımadığı, kendi üyelerinin hakkını-hukukunu bile korumaktan aciz sendika yöneticileri var ya..!

İşte onlardan söz ediyoruz…

Son günlerde astronomik maaşları ve trilyonluk araçları ile gündeme gelen sendika başkanlarına atıfta bulunup, bu sendika başkanının kaç para maaş aldığını soracak oldum…

" Onlar bir yılda 29 maaş alıyor…" dedi.

Haydaaaaaaa !..

Halen kulladığımız takvim yılı mi değişti, yeni bir takvim icad edildi de bir yıldaki ay sayısı 29'a mı çıktı?.." şeklinde sesli düşünmeye başladım…

Aski sendika başkanı arkadaşım, " Öyle değil…" dedi.

" Bunlar hem üyelerinden, yani temsil ettiği işçilerden kat kat yüksek maaş alır, hem de yolluktu, harcırahtı, seminerdi, oydu, buydu…" ekleyerek bir yılda 29 maaşı tamamlar"

Eski sendikacı arkadaşım devam etti…

" Bunlar bu yüzden ortalıkta görünmek istemezler. Ne kadar maaş aldıklarını, nerelere gittiklerini, lüks yaşamlarını kimse bilsin istemezler. İşçilerin parası ile lüks makam odaları yaptırırlar, kimse onları rahatsız etmesin, kimse birşey sormasın, isimlerini, adreslerini kimse bilmesin, ballı maaşlar, harcırahlar, lüks otellerde düzmece seminerlerle bu devran böyle sürüp gitsin isterler. Üyeleri olan bir işçi kapılarına gelip derdini anlatsa kırk dereden su getirirler, mevzuattan şundan bundan söz ederler, kendilerine gelince deveyi hamuduyla yutarlar. Mesele budur." dedi.

Eski sendika başkanı arkadaşım bir zamanlar şube başkanı olarak görev yaptığı "sessiz" sendikanın yöneticilerinin ahvalini böyle anlattı.

***

Özetle…

Yat gölgede, maaş sendikadan…

Harcırah, yolluk, seminerler sendikadan…

Lüks araçlar, lüks makam odaları sendikadan…

Yani, gariban sendika üyelerinin sırtından…

Ne diyelim ki…

En iyisi Tevfik Fikret'ten iki mısra gönderelim…

" Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
    Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!"

(Erhan ÇAKMAK)