Bülent Ecevit Üniversitesi Grizu-263 Uzay Takımı, ABD’de NASA tarafından düzenlenen çok önemli bilimsel bir yarışmada üst üste iki kez “dünya ikincisi” oldu...

Bu büyük başarı Zonguldak ve ülkemiz adına aynı ölçüde büyük bir onur ve gurur kaynağı oluşturmuş, BEÜ tarihine altın harflerle yazılmıştır.

Aynı yarışmada, yine bir Türk üniversitesinin ( İTÜ) .birincilik ödülü alması yine ülkemiz adına büyük bir onur ve gurur kaynağı olarak altın harflerle yazılmış durumdadır.

BEÜ’yü tüm dünyaya tanıtan bu büyük başarının genç kahramanları ile BEÜ Rektörü Prof.Dr. Mustafa Çufalı’nın şahsında tüm üniversite yönetimini yürekten kutluyoruz.

Kolay bir iş değildi, NASA gibi uzay teknolojisinin en üst düzeyde uygulandığı bir kuruluşun düzenlediği yarışmada, iki Türk üniversitesinin ilk iki sırayı paylaşması öyle okunup geçilecek bir başarı değil...

Ancak, bize göre, BEÜ’nün “en büyük başarısı” bu çok büyük, dünya çapındaki onur ve gurur verici bilimsel başarıdan ziyade, BEÜ Uygulama ve Araştırma Hastanesi’nde başına demir çubuk saplanan bir çocuğun yeniden yaşama döndürülmesi olmuştur.

Tüm Zonguldak halkının yüreğini acıtan ve “umutsuz vak’a” olarak görülen bu olayda, BEÜ Tıp Fakültesi Hastanesi hekimleri inanılmaz bir gayretle bu çocuğu yeniden hayata döndürmeyi başarmış ve toplumun yüreğini ferahlatan bir tıbbi müdahaleye imza atmıştır.

Bir insan yaşamını kurtarmak, hele böyle son derece kritik vakalarda, olağanüstü bir çaba ile bir insanı yeniden yaşama döndürmek bize göre “en büyük başarı” olarak görülmelidir.

Kur’an-ı Kerim’den örnek verelim...

“ (Haksız yere) bir insanı öldüren bütün insanları öldürmüş gibidir, bir insanı kurtaran da bütün insanları kurtarmış gibidir. ( Maide Suresi 32’inci Ayet Meali)

Bir insanın yaşamı böylesine değerli olduğuna göre, diğer bütün başarıların toplamından da değerlidir demektir.

Zonguldak’ın dünya çapında başarılara imza atan üniversitesi (BEÜ) bunu başarmış durumdadır.

Üniversiteler elbette eleştiriye açıktır ama, zaman zaman elimizi vicdanımıza koymamız gerektiğini de unutmayalım.

Traji-komik bir havaalanı hikayesi

57. Hükümet döneminde törenle açılan, daha sonra hiç uçuş yapılmadan “törensiz” olarak kapatılan Zonguldak Havaalanı’nın yeniden hizmete açılması için en çok mücadele eden, en çok yazı yazan Zonguldaklı gazetecilerden birisiyim.

Zonguldak basını bu konuda üzerine düşen görevi layıkı ile yapmıştır, gazeteci arkadaşlarımız konuyu sürekli gündemde tutacak yayınlarla havaalanının yeniden hizmete açılmasında önemli rol oynamıştır.

Amenna !..

Ancak, sözkonusu havaalanının “kara mizah” türünden traji-komik bir hikayesi var...

Bir-iki cümle ile özetlemek gerekirse...

Önce “dağın dibine” havaalanı inşa etmişiz, sonradan dağı kesmeye, traşlamaya çalışmışız !..

Kes babam, kes !..

Traşla babam, traşla !..

Koskoca Bostancı Dağı kesip, traşlamakla biter mi sanki !..

Bu havaalanı inşa edilirken, karar veren siyasilerin ve yöneticilerin aklı nerdeydi?..

Koskoca Bostancı Dağı’nı görmediler mi?..

Bizler, yani Zonguldaklı gazeteciler ile şimdiki siyasilerimiz ve yöneticilerimiz devletimizin trilyonları heba olmasın diye, bu şekilde inşa edilmiş olsa bile havaalanına sahip çıkmaya çalışıyoruz ama, biraz siyasi, biraz da ticari nedenlerle böylesine yanlış bir “yer seçimine” karar verenleri de affetmiyoruz.