Biz çocukken evde pek vakit geçirmezdik. Dışarıda arkadaşlarımızla bisiklete binerdik, saklambaç oynardık, yakalamaç oynardık, misket oynardık, topaç çevirirdik, yerden yüksek oynardık, körebe oynardık, ağaçlara tırmanırdık… Seksek, ip atlamak falan ben pek sevmezdim.  Erkeklere yakışmazdı, kız oyunuydu. Kızlar oynardı, biz izlerdik. Uzun eşek oynadık. Ben hep yastık olurdum. Yastık hiç sıkıntı yaşamaz ve en çok eğlenendir. Aynı zamanda oyunda otoritedir. Dengeleri istediği tarafa çevirebilir.

Sabahtan akşama kadar sokakta futbol oynardık. Hiç yorulmazdık. Düşerdik dizkapaklarımız yarılırdı. Yaralanan yerimiz iyileşmeden yine oynardık, yine düşerdik daha çok acırdı ama hala  oynamaya devam ederdik. Mahalle maçları yapardık. Maçta kavga çıkardı,balıklama dalardık.  Dayak yerdik, dayak atardık, maç yarıda kalırdı. Sonraki hafta hiçbir şey olmamış gibi yine maç yapardık, yine yarıda kalırdı.

Tehlikeli oyunlarımızda vardı. Çatapat, Kızkaçıran, Maytap, Mantar Tabancası,Torpil, Füze vb. patlayıcı maddelerle oynamayı çok severdik.  Normalde çocuklara satılması yasak olsa da hiçbir bakkal amca sallamazdı yasağı.

Tekin Amcamız vardı, mahallenin kötü amcası, “Döverim sizi, burada oynayın topunuzu keserim.” Derdi. Çok korkardık ama yinede oynamaya devam ederdik.  Hiçbir zaman dövmemişti bizi, topumuzu da kesmemişti. İyi insandı. Bir gün rahmetli oldu. Çok üzüldük. Aslan Amcamız vardı. Seyyar arabasıyla limonlu dondurma satardı. Paran yoksa misket karşılığı da dondurma verirdi. Misketin de yoksa yine az bir şey verirdi. Çok iyi adamdı rahmetli. Fahriye Ablamız da vardı. “Hande” saçını bir sallardı, zaman dururdu. Şimdi nerde ne yapıyor bilmiyorum ama çok güzeldi.

Güzel havalarda okulu ekerdik. Bu arada hava hep güzeldi.  Saate hiç bakmazdık, akşam ezanı falan da dinlemezdik. Kafamıza göre takılırdık.  Çok arkadaşımız vardı. Hepsi gerçek arkadaş. Hayatın içindeydik dibine kadar yaşıyorduk. Sevinçlerimizi de hüzünlerimizi de paylaşıyorduk. Samimiydik, hayatı öğreniyorduk. Kısacası kimse eve kapanmazdı. Günün tamamını sokakta geçirirdik. Bize her mevsim yazdı.

Şimdiki çocuklar o kadar uysal ki hiç sesleri çıkmıyor. Dışarıda hiç çocuk görmüyorum, salıncaklar bomboş. Eskiden açık havada oynayan çocukların hiç biri yok artık. Hepsi evde. Beyni radyasyondan uyuşmuş, algıları kapalı bir nesil geliyor. Akıllı telefonları elinde aptal nesiller. Telefonu bırakıyor, tableti alıyor. Tableti bırakıyor, bilgisayara geçiyor. Kendi sanal dünyasında olabildiğince sığ, mutlu, mesut yaşıyor. Sorsanız konuşamayıp yazdığı, dinleyemeyip okuduğu, göz teması kuramadığı, beğenisini verip, beğenisini aldığı (Facebook, İnstagram) sanal ortamlarında 600 tane arkadaşları, takip edenleri var.  Ama çoğunun gerçekte dertleşebilecekleri bir dostu bile yok. Tüm oynadıkları oyunlarda bilgisayarlarında, sanal ortamlarında. Kendi çaplarında kazanıp kaybediyor, üzülüp seviniyorlar. Hep evdeler. Onların her mevsimi kış.

Sevgili çocuklar;

Telefonunuza bakarken çok meşgulsünüz ve kaçırdığınız fırsatları göremiyorsunuz. O yüzden kafanızı telefondan kaldırın, monitörleri kapatın. Sona erecek olan bir çocukluğunuz, sona erecek olan  bir varlığınız ve sayılı günleriniz var. Dışarı çıkın ve dikkatinizi dağıtan her şeyi geride bırakın. Hayata balıklama dalın, sonra üzülürsünüz.

Herkesin okuması, gelişmesi ve uyanışını gerçekleştirmesi dileğiyle...

Sevdiğim söz: “İstemeden varım ve istemeden öleceğim. Olduğum şeyle olmadığım şey arasında, hayal ettiğim şeyle hayatın beni yaptığı şey arasında bir boşluğum.” - Fernando Pessoa

Konu hakkındaki düşüncelerinizi aşağıdaki e-mail adresine yazabilirsiniz. Diğer görüş ve önerileriniz için de yazabilirsiniz.

e-mail: [email protected]