Daha haberin başlığını okurken bile özümden yaşlar damlamaya başladı.

Devrek İlçesi Eğerci’de ikamet eden 17 yaşındaki lise öğrencisi Dilara Kilcioğlu’nun imkansızlıklardan dolayı şeker komasına girerek hayatını kaybetmesi tüm Türkiye’yi adeta sarstı.

Acı gerçeği Şeker 17 yaşındaki Dilara Kilcioğlu'nun ardından, genç kızın doktoru olduğu öğrenilen Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlknur Arslanoğlu, sosyal medya hesabından açıklama yaparak, genç kızın ölümüyle ilgili acı gerçeği paylaşmasıyla öğrendik.

Prof. Dr. Arslanoğlu, Dilara'nın Zonguldak'ta yaşayan ailesinin maddi imkânsızlıklar nedeniyle kendisini kontrole getiremediğini belirterek üzüntüsünü ifade etmesi Türkiye'yi ağlattı.

Amacım kimseyi suçlamak değil ama bazı sorular da sorulmalı elbette.

Diyabet Devlet hastası olan kızımız ilk olarak Devrek’ten neden kendi imkanlarıyla BEÜ Tıp Fakültesi’ne gitmek zorunda kaldı.

Dilara kızımız 

Devrek’te ilk olarak başka bir hastaneye uğradı mı, 

oradan BEÜ’yle sevk edildi mi

Sevk edildiyse ambulans verilmesi gerekmiyor muydu

Dilara Devrek’tan BEÜ Tıp Fakültesi’ne dolmuşla mı gitti

Bu sorular cevap bekliyor

Dilara kızımız daha 17 yaşındaydı.

Lise de okuyordu

Bu yaşanan insanlık dramından hepimiz ders çıkarmalıyız.

ZONGULDAK’TA ÇOCUK DİYABET DOKTORU NEDEN YOK

Şimdi buradan şehri yöneten bürokratlardan başlayarak, milletvekillerine, siyasi partilerin il ve ilçe başkanlarına sesleniyorum.

Dilara vakasının bir daha yaşanmaması için Zonguldak’a acilen bin endokrin doktorunun getirtilmesi şart.

Düzce’de olan doktur neden Zonguldak’ta bulunmaz.

BEÜ’de Tip 2 diyabete karşı en donanımlı bir diyabet merkezi ve doktoru var.

Bu gerçekten çok güzel

Ancak çocuklar için diyabet doktorunun bulunmayışı Dilara’nın hayatını yitirmesine sebep oldu.

B:u gerçekten çok üzücü bur durum.

Bir daha Dilara vakaların yaşanmaması için hepimiz bundan gerekli dersi çıkarmalıyız.

***

KISSADAN HİSSE

HAYAT:

Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikayet etmesinden bıkmıştı.Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Hayatındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi.Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı."Tadı nasıl?" diye soran yaşlı adama öfkeyle "acı" diye cevap verdi.Usta kıkırdayarak, çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu:

"Tadı nasıl?"

"Ferahlatıcı" diye cevap verdi genç çırak.

"Tuzun tadını aldın mı?" diye sordu yaşlı adam,

"Hayır" diye cevapladı çırağı.

Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve söyle dedi:

"Yaşamdaki ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Istırabın miktarı hep aynıdır. Ancak bu ıstırabın acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Istırabın olduğunda yapman gereken tek şey, ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış."