Birkaç yıl önce " Hangi kuyumcu ?" başlıklı bir yazım yayınlanmıştı…

Aynı zamanda inşaat işleri ile uğraşan bir kuyumcunun Valilikte üst düzey bir bürokrat marifeti ile Milli Emlak Müdürlüğü'ne ait bazı arsaları kolay yoldan temin ettiği ve anılan üst düzey bürokratın bu işten nemalandığı şeklinde özetlenebilecek iddiaları gündeme getirmiştim.

Bu yazı "olay" oldu…

Önce Valilik Makamı yazılı bilgi istedi…

Gittim ifade verdim, olayla ilgili iddiaların geriye dönük inceleme ile gerçek olup olmadığının anlaşılabileceği söyledim.

Daha sonra Zonguldak'a denetleme için gelen Mülkiye Başmüfettişi aradı, masasında Yeni Adım Gazetesi, benim yazım işaretlenmiş olarak duruyordu.

Sayın Müfettiş, benim yazımı doğrular nitelikte bulgulara ulaştıklarını söyleyerek, benden kuyumcu ismi verip veremeyeceğimi sordu.

Ben de kendisine Valilik Makamı'nda verdiğim ifadeye atıfta bulunarak, geriye dönük bir inceleme ile  aynı zamanda inşaat işi yapan herhangi bir kuyumcuya Milli Emlak Müdürlüğü tarafından arsa tahsis edilip edilmediğinin, edildiyse hangi koşullarda tahsis edildiğinin araştırılıp öğrenilebileceğini söyledim.

Başmüfettiş teşekkür etti, ifademi verip ayrıldım.

Sözünü ettiğimiz Valilik'teki üst düzey bürokratın şu anda Zonguldak'ta olmadığını söylemekle yetinelim.

***

Şimdi de bir başka "kuyumcu hikayesi" anlatalım.

Zonguldak kuyumcu esnafı temiz, nezih insanlardan oluşur…

Herbiri esnaflık ahlakına sıkı sıkıya bağlıdır, alışverişte milimetrik hesap yaparlar, hakkaniyete büyük özen gösterirler.

Ancak her meslek grubundan "aykırı" insanlar çıktığı gibi, kuyumcu esnafının içinden de bu mesleğe aykırı insanlar çıkıyor elbette…

Kötü örnek "örnek" olamayacağına göre, kuyumcu esnaflarımızı tenzih ederek bir "sahtekarlık" hikayesini aktarmak istiyoruz,

Olayın Zonguldak'tan yurtdışına uzanan bir hikayesi var…

Geçtiğimiz yıllarda yurt dışından Zonguldak'a iznini kullanmak üzere gelen gurbetçi aile, "tanıdık" diye ilimizdeki kuyumculuk yapan bir işyerinden önemli miktarda altın satın alır. Gurbetçilerimizin daha güvenli olduğu düşüncesi ile altınlarını memlekete gelişlerinde aldığı bilinir. Söz konusu gurbetçi aile de böyle bir güven duygusu içinde kendileri bakımından o "çok tanıdık" kuyumcuya gider, deyim yerindeyse "dünyanın altınını" alıp gurbete döner…

Aradan zaman geçer, aynı aile bir zorunluluk nedeniyle Zonguldak'taki "tanıdık" kuyumcudan aldığı altınları yur dışındaki kuyumcuya bozdurmak ister…

Altınlar ortaya dökülür, kuyumcu altınları inceledikten sonra, " Siz bu altınları nerden aldınız?" diye sorar…

Gurbetçi aile altınları Türiye'den, Zonguldak'taki bir kuyumcudan aldıklarını söyler.

Elalemin kuyumcusu aynen şunları söyler :

" Sizi fena halde aldatmışlar. Bu takıların içinde altın oranı çok düşük…. Ben bu takıları alırsam çok zarar edersiniz, siz en iyisi Türkiye gittiğinizde bunları aldığınız kuyumcuya iade edip paranızı geri isteyin, ya da hukuk yoluna başvurun"

Gurbetçi aile neye uğradığına şaşırmış, ettiği zarara mı yansın, uğradığı dost kazığına mı yansın, ne yapacağını bilememiş…

Düşünüp taşınmışlar, mahkemelerde uğraşmaya zamanları yokmuş, "ah" edip bırakmışlar.

Sahtekar kuyumcuya gelince…

Şimdilik almış yürümüş ama, içten içe bu "ahın" çıkacağı zamanı bekliyormuş.