Güneşli bir ilkbahar sabahı Braunau’da dünyaya geldi. Çocukluk ve gençlik yılları doğduğu, yeşillikler içindeki, küçük ve şirin kasabada geçti. Zor bir çocukluk dönemi geçirdi. Annesini çok sever, babasından pek haz etmezdi. Gümrük memuru olan babası geçimsiz bir adamdı, sürekli içerdi, ayyaş gezerdi. Ona, annesine ve kardeşlerine kötü davranırdı. Sarhoş babasından sebepsiz yere çok dayak yedi. Bu yüzden içkiden nefret etti. Dört yaşındayken evlerinin yakınındaki bir gölete düştü, boğulmak üzereyken son anda bir rahip tarafından kurtarıldı.

Okul hayatı da pek parlak başlamadı. Matematikten nefret ederdi, ders çalışmayı da sevmezdi ama tarih ve coğrafyaya ilgiliydi. Tarihe olan merakı ona kitap okuma alışkanlığı kazandırdı. Boş zamanlarında hep kitap okurdu. Sevgisiz bir insandı. İnsanları sevmezdi, hayvanları çok severdi, vejeteryandı. İçine kapanıktı. Yahudi bir kıza aşık oldu, cesaretini toplayıp ona hiçbir zaman açılamadı. On üç yaşındayken babası tüberkülozdan gitti. Babasının ölümüne üzülmedi ama zaten iyi olmayan maddi durumları babasının ölümüyle iyice kötüleşti. Yokluk ve sefalet içinde yaşarken ağır bir karaciğer hastalığına yakalandı. Bir sene ölümle cebelleşti, tam gitti, gidecek derken kefeni yırttı.

Yaşadığı bu kötü dönem ve dibe vuruş onun yeniden doğmasını sağladı. Sanatçı kişiliğini keşfetti, ressamlığa ilgi duymaya başladı.  Ressamlık okumak için Viyana Sanat Akademisine başvurdu, reddedildi. Sonraki sene yine başvurdu, yine reddedildi. Bu reddediliş sadece onun değil, milyonların kaderini değiştirecekti.

Yoklama kaçağıydı, yakalandı. Askere alınacakken muayene sonucu askerliğe elverişli olmadığı anlaşıldı, serbest bırakıldı. Birinci Dünya Savaşı başlayınca gönüllü olarak askere alındı. Fransa’daki bir çatışmada ağır şekilde yaralandı. Yaralı halde yerde yatarken düşman bir İngiliz askeri Henry Tandey yanına kadar geldi. Kafasına silahı doğrulttu, tam sıkacakken yüreği el vermedi yaralı bir askere sıkmaya, vazgeçti. Bu vazgeçişin ilerde nelere mal olacağını  bilse bir an bile tereddüt etmezdi. 

Ülkesi Birinci Dünya Savaşını kaybedince, yakın arkadaşlarıyla birlikte kendi partisini kurdu. İyi bir konuşmacıydı. Hızla yükseldi, 1930 yılında ülkesinin lideri oldu. Birinci Dünya Savaşındaki yenilgiyi, Versay Antlaşmasını hiçbir zaman hazmedemedi. İlk fırsatta İkinci Dünya Savaşını başlattı, milyonlarca insanın katili oldu, milyonlarca insanın hayatını etkiledi, değiştirdi. Savaşı kaybedince eşi ve köpeğiyle birlikte intihar etti. 

Bazen atmış beş milyon insanın kaderi, bir rahibin ellerinde, bir namlunun ucunda veya bir sanat akademisi öğretmeninin değerlendirmesinde olabilir.  Sanat akademisine kabul edilseydi belki de dünya çapında bir sanatçı olacaktı, kabul edilmedi dünya çapında bir savaşçı oldu.

Hiç kimse sadece kendi tercihleriyle, bir zamanlar sıfır kilometre günahsız bir bebekken, milyonlarca insanın katili, ruh hastası, işkenceci bir psikopata dönüşemez. Kader denen bir şey var. Tüm evren birleşip gerçekleşmesi için hizmet eder. Hatta yarın alacağınız basit bir karar, Üçüncü Dünya Savaşının başlamasına vesile olabilir.

Sevdiğim söz: “Hakemler hakkında konuşmak istemiyorum ama Allah hepsinin belasını versin” – Kemalettin Şentürk (Eski Fenerbahçeli futbolcu, bir maç sonu kendisine sorulan, maçın hakemiyle ilgili soruya yanıt veriyor.)

Konu hakkındaki düşüncelerinizi aşağıdaki e-mail adresine yazabilirsiniz. Diğer görüş ve önerileriniz için de yazabilirsiniz.

e-mail: [email protected]