Şu günlerde ülkemizde en çok konuşulan konular arasında madencilik var, bununla beraber de madencilik sektörü var…

Bu sektörde de çalışan yüzbinlerce insan ve yine yüzbinlerce yan sanayi işçisi var…

Salgına rağmen 2020’de 4,27 milyar dolar ihracata imza atan madencilik sektörünün gelecek yıllarda da büyümeyi sürdüreceği belirtiliyor. 

Koronavirüsle birlikte yükselişe geçen birçok sektör 2021’de ve takip eden yıllarda da büyümeye devam edecek. Salgından en az yara alan sektörlerin başında gelen madencilik, önümüzdeki yıllarda öne çıkacak sektörler arasında gösteriliyor.

Sanayi alanında faaliyet gösteren birçok sektörün maden olmadan üretim yapamayacağını belirten yatırım danışmanı ve Ekonomist Önder Tavukçuoğlu, “Günümüzde ulaşılan teknolojiden önce yeraltından madeni çıkartmak yüksek maliyetleri buluyordu. Daha çok insan gücüne ihtiyaç vardı. Şu an teknoloji öyle gelişti ki artık eskisi kadar insan gücüne gerek kalmadı ve yüksek teknoloji sayesinde maliyetler de azaldı. Madencilik sektörününgelecekte güçlü bir ivme yakalayabileceğini düşünüyorum.”

Ülke olarak madencilik sektöründeki gelişimin uzun süreler engellendiğini dile getiren Tavukçuoğlu, güçlü bir ekonomi için yer altındaki madenlerin çıkartılarak işlenmesinin önemli olduğunu kaydetti. 

Tavukçuoğlu, “Madenlerimizi yerin altından çıkaramadığımız sürece ne döviz rezervlerimizi arttırabiliriz ne de sanayide hammadde bakımından bir ivmeye ulaşabiliriz. Hep hammaddeyi ithal etmek zorunda kalırız” dedi.

Madencilik sektöründe devletin de çeşitli çalışmaları olduğunu ifade eden Önder Tavukçuoğlu, madenciliğin önümüzdeki yıllarda daha da öne çıkacağını söyledi. Ayrıca ülke olarak yeraltı kaynakları bakımından zengin olduğuna da vurgu yaptı. 

Türkiye madencilikte güçlü rakip olabilir

KPMG Kanada Madencilik Sektör Lideri Lee A. Hodgkinson, sektör devi Kanada’daki uygulamaları ve deneyimleri anlattı. Hodgkinson, Türkiye’nin güçlü bir madencilik sektörü için gereken şartların çoğuna sahip olduğunu söyledi. “Sermaye çekmek isteyen her ülke küresel rekabete girmek zorunda” diyen Hodgkinson daşunları söyledi:

Madencilik dünyanın en eski sektörlerinden biri ve dünyada ekonomik faaliyet olduğu sürece madencilik sektörü de varlığını sürdürecek. Madencilik sektörü pek çok açıdan dünya ekonomik büyümesini takip ediyor. Küresel ekonomi geliştikçe ham maddelere talep yükselir ve bu da madencilik sektörünün güçlenmesi anlamına gelir. Küresel ekonomi yavaşlarsa madencilik sektörü de bundan etkilenir. Bu bağlantının gelecekte değişeceğini sanmıyorum. Teknoloji, mülkiyet ve coğrafi konum anlamında sektör değişebilir ancak temel arz ve talep küresel ekonomiyi izleyecektir. 

Madencilikle ilgili bilinmesi gereken şey, yeni maden rezervlerinin artık yapılmıyor oluşu. Pek çok maden yaygın olarak bulunuyor fakat bunları rezerve dönüştüren şey madeni yasal ve ekonomik bir şekilde çıkarma ve işleme becerisidir. Gelecekte bugün çıkarılanlardan farklı rezervler bulunabilmesi şirketlerin maden arama işine yaptıkları yatırımlara bağlı ancak ne yazık ki kemer sıkma politikaları söz konusu olduğunda bütçe kesintilerinin hedef aldığı ilk alan genellikle maden arama faaliyetleri oluyor. Madencilik sektörünün maden arama faaliyetlerine daha fazla para ayırması gerekiyor fakat bu riskli bir iş ve küresel sermaye piyasaları da son yıllarda maden arama faaliyetleriyle ilgilenen küçük çaplı şirketlerin yanında olmadı. Yapılması gereken çok şey var... Hükümetler ülkelerinde madenciliğin gelişimine katkı sağlamak istiyorlarsa sağlam arazi kullanım hakkı kuralları ve jeolojik haritalama olanağı sağlayıp maden arama faaliyetlerine destek vererek iyi bir başlangıç yapabilirler. Yeni projeler bulunmazsa ham madde fiyatları yükselir. 

Sürdürülebilir madencilik çok geniş bir kavramdır ve insanlar için farklı anlamlara gelebilir. Yeni bir maden söz konusu olduğunda birtakım arazi anlaşmazlıkları elbette çıkacaktır; tıpkı yeni bir fabrika ya da yeni bir park alanı veya yol söz konusu olduğunda çıktığı gibi. Bugün çoğu madencilik şirketi ayak izini minimuma indirme ve maden çıkarma işlemi sonrasında kullandıkları araziyi ıslah etme ve ayrıca genelde dezavantajlı uzak noktalarda olmak üzere çeşitli bölgelerde refah ve iş yaratma konularında iyi bir üne sahip. 

Madenciliğin sosyal ve çevresel etkisi hiç şüphesiz günümüz madencilik şirketlerinin yönetim ve yönetim kurulları tarafından oldukça ciddiye alınan bir sorun. Bu problemin çözümü doğrudan etkilenen yerel toplumlarla temas kurmakla başlar ve madenin ömrü boyunca devam eder. 

Az önce söylediğim gibi madenciliğin çevre üzerinde belli bir etkisi olacaktır. Ancak deneyimlerim ışığında bu etkinin minimuma indirilmesi için genellikle çok özenli davranıldığını söyleyebilirim. Faaliyetler süresince su kullanımının suyun özenle geri dönüştürülmesi yoluyla gerçekleştirilmesi ve çevreye geri salınan suyun izlenmesi bu anlamda örnek verilebilir. 

Madencilik sektörünün pek çok geleneksel sektörden bir farkı yoktur. Endüstri 4.0’ın etkisinin öncelikle halkla doğrudan muhatap olan perakende, telekomünikasyon ve bankacılık gibi sektörlerde hissedildiğini düşünüyorum. Müşteriler şirketlerle etkileşime girmenin yeni yollarını arıyorlar ve ayakta kalmak isteyen şirketler de bu arayışa cevap vermek zorunda. B2B sektörler ise henüz aynı seviyede bir etkiye maruz kalmadı ama bu kalmayacakları anlamına gelmiyor. 

Madencilik şirketlerinde aşırı otomasyonun pek çok örneğini halihazırda gördük. Batı Avustralya’da sürücüsüz kamyonlar ve trenler demir cevheri madenlerinde giderek yaygınlaşıyor. Günümüzde yeni madenler, yer altı operasyonlarının yer üstündeki kontrol merkezlerinden yönetilebileceği şekilde tam otonom tasarlanıyor. Madencilikte değişimlerin gerçekleşmekte olduğunu ve bu değişimlerin sektörün ekipman tedarikçilerinin geleceğin maden şirketleriyle yakından çalışmaya devam etmesiyle gelecekte de süreceğini düşünüyorum. 

Madencilik riskli bir sektör. Henüz herhangi bir kazanç belirtisi olmadan önden ciddi miktarda sermaye gerektiriyor ve hatta bu sermaye konulduğunda bile kazanç emtia fiyatlarına bağlı kalıyor ki genelde uzun yıllar boyunca bir kazanç da sağlanamayabiliyor. Şirketlerin çeyrek bazlı sonuçlara değil uzun vadeli hedeflere odaklanması gerekiyor. İçerisinde faaliyet gösterdikleri toplumlar ve ülkeler, çalışanlar ve şirket sahiplerini kapsayan paydaşları için değer yaratmaya yoğunlaşmaları gerekiyor. Bunun yeni bir şey olup olmadığından emin değilim ancak tüm paydaş menfaatlerinin birbirleriyle uyumlu olması kesinlikle kilit noktadır. 

Türkiye’de güçlü bir madencilik sektörü için gerekli pek çok faktörün mevcut olduğunu görüyorum. İyi bir altyapı ve oldukça güçlü bir eğitimli iş gücü buna dahil. Türkiye yatırım sermayesine ihtiyaç duyuyor ve uluslararası sermayeyi çekmek için dünya genelindeki madencilik ülkeleriyle rekabete girmek zorunda. Yani, Türkiye’nin madencilik sektörünün izin kolaylığı ve vergilendirme rejimi açısından küresel arenada nasıl göründüğünü anlaması gerekiyor. 

Kanada’da olduğu gibi yerel toplumlar, hükümet, madencilik şirketleri ve yatırımcılar (bankalar ve özsermaye yatırımcıları) dahil tüm paydaşlar arasında risk ve kazanımların nasıl adil paylaşılacağı konusunda bir uzlaşının olması gerekiyor. Bu modele ulaşmak için tek yol taraflar arasında temas ve diyalog kurulmasından geçiyor. Biraz önce belirttim, madencilik küresel bir sektör ve sermaye çekmek isteyen her ülke küresel rekabete girmek zorunda.