Bir anne düşünün, tüm dünyayı değiştirebilecek bir anne; Zübeyde Anamızdan bahsediyorum. Türk Tarihine en büyük kurtarıcını, dünyanın seyrini değiştiren bilge lideri dünyaya getiren Zübeyde Hanım, 14 Ocak 1923 tarihinde hayata gözlerini kapattı. Düşünsenize Selanik’te açılan bir çift gözün annesi olmanın gururunu; o onuru düşünün. Ne kadar yüce ne kadar gurur duyulsa az olan bir durum. Şimdilerde basit bir başarılarda bile ne kadar gurur duyar olduk; düşünün bir de dünyanın seyrini değiştiren bir başarımız olsa, kim bilir neler olur. 

Bazen diyorum ki keşke kurtuluş mücadelesinin döneminde yaşasaydım; Atatürk’ün çayını verseydim, kitabını taşısaydım. Bu bile yeterdi, en azından adamın niyeti belli, amacı belli, hedefleri belli. Adam “ Ne mutlu Türküm diyene “ ve “ Benim yaradılışımda bir fevkaladelik varsa o da Türk olarak dünyaya gelmemdir” demiş. Daha ne desin; amaç belli, hedef belli, arzu belli. Ama şimdilerde en yakınlarının bile sözünün nereye gittiğini; kime, neye hizmet ettiğini anlayamıyorsun. Ne kelimeleri net ne de hareketleri; her an her şekilde değişmeye müsait bir hayat sürüyorlar. Güven kelimesini neredeyse tedavülden kaldıracaklar; neye, kime güveneceğimizi şaşırdık. Ki insanların kendilerine olan güvenleri de yok olmak üzere, insanlık yok oluyor ama farkında değiliz. Gözler lükste, ihtişam peşinde; arzular daha büyük evlerde, şişkin cüzdanlarda, bilmem kaç beygir pahalı arabalarda. O zamanlar memleketi kurtarmak hayali kurulurken bu devirde kendini kurtarma hayalleri kurulmaya başlandı. Kimi sistem gerektirdi için buna mecbur bırakıldı, kimi zaten dünden razıydı…

Evet, Zübeyde Anamızı yâd ediyoruz, ruhun şad olsun. Kusura bakma biraz farklı konulara değindim; özür dilerim. Son bir söylemle bu bölüme son vereceğim, bir şair var ona geçeceğim. Buradan çocuklarına “ Vatanı kurtarmadan gelme” diyen tüm Türk Analarına selam olsun, hepsinin ellerinden öpüyorum.

**

Şehrime gel sevgili.
Yarın çık gel.
Bırak her şeyi, bir bekleyenim var de gel.
Gel ki bu şehir adımlarınla anlamlansın.
Gel ki bu şehir nefretim olmaktan çıksın.
Gel ki nefes alayım.
Gel.

Evet, Nazım Hikmet, ne kadar güzel söylemiş ve daha ne desin. Hepimizin şehrine beklediği isim mutlaka olmuştur ya da olacaktır. Aldığımız nefes bile sayılıyken, dünyalık bazı olgular gözümüze perde indirdi; önümüzü göremez, gördüğümüze yaklaşamaz, yaklaştığımızın değerini bilemez olduk. Ne sevenimiz oldu ne de sevdiğimiz; hep en güzel hislerimizi, en değerli zamanımız olan ömrümüzü hep yanlış insanlara harcıyoruz. Bakmadan görmeye, güvenmeden inanmaya; kandırılmaya ve hayal kırıklıklarına alıştık. Oysa Nazım bambaşka şeyler der dururdu bizlere. Ama ben her zaman diyorum zamanının en güzide aşk şairleri; Nazım olsun, Cemal Süreya, Turgut Uyar, Ahmet Arif, Cahit Zarifoğlu ve niceleri olsun, bence bugün yaşasalar şiire bile küsebilirdiler. Benim şahsen şiire küsmem bir seneyi geçti; elim dizelere, hece ölçüsüne, uyak ve rediflere gitmez oldu. Bu dönemde şiire büyük ihanetler edildi, şiire pişman ettiler insanı Sevgili Üstadım; ne yapalım bizde küstük şiire, kusura bakmayın. Umarım bir gün tekrar ellerimiz şiire gider de hak eden insanları yazarız. Bu arada doğum günün kutlu olsun; unutmadan söyleyeyim.

Nazım’ım sen demedin mi bizlere, 

“ Gitmek” sadece bir eylemdir,

“ Unutmak “ ise kocaman bir devrim…

Not: Ben şu an bu satırları yazarken kulağımda kulaklık ve radyoda bir Mirkelam şarkısı Unutulmaz çalışıyor. Bakalım hep beraber göreceğiz, unutulur mu unutulmaz mı? Ama özlemek diye de bir şey var!

Not2: Normal şartlarda bir gün önce bu yazının köşemde olması gerekiyordu ama kusuruma bakmayın Sevgili Okuyucular bu ara baya yoğunum, bugüne kısmet oldu “ Özür Niyetine” olsun. Hakkınızı helal edin.