Ulusal bir kanalda; Pazar akşamı “ son avcı” ( The last trapper/ tam çevirisi; son tuzakçı ama kanal son avcı başlığını atmış) adlı belgeseli izledim. Son avcı ! yaşadığı zorlu kış şartlarında şöyle söyleniyor; “ Artık av alanları gitgide azalıyor. Hazırladığım tuzaklara çok az yaban hayvanı düşüyor. Zaten elde ettiğim derilerde(kürkler) pek fazla para etmiyor. Bu zor kış şartlarında işimiz gerçekten çok zor. Yaşamımı idame ettirmek için daha fazla mücadele etmem gerekiyor ! ( Bu yazı 13 Aralık 2007 ve 6 Ocak 2010 da yayınlandı) 

   İkinci yayından sonra aradan 10 yılı aşkın bir zaman dilimi geçmiş. İlginç bir ayrıntı vermem gerekirse bu 10 yıllık zaman içinde sözde Dünya liderleri “iklim felaketi ve daha yaşanası bir Dünya için onlarca kez toplantı yaptılar. Sonuç olarak az sonra yazının devamında yazılanların hangisinde tek bir düzelme olup olmadığını net bir şekilde görüyoruz. Dünya liderlerinin derdinin “ Dünya olmadığını “ anlamak için DAHİ olmaya gerek yok. 

  “ … Ancak Dünyanın bir çok yerinde benzer sıkıntılar yaşanıyordu. Orta Afrika’da çamurlu suya ulaşmak için yüzlerce metre yol yürüyen anneler, bulabildikleri tek su kaynağı olan o çamurlu suyla bir hayat sürdürmek zorundalar. Ve o bölgede temiz su bulunamadığından ölen binlerce çocuk 21. yüzyıl gerçeği olarak KARA AFRİKA’NIN bir resmidir adeta.

  Dünyanın kuzeyinde son avcı/son tuzakçı; av alanlarının azaldığından dert yanarken, daha yaşanabilir bir “ yeşil Dünya” için hiç kimsenin mücadele etmediğini biliyor muydu acaba? Açık bir gerçek var ki; küresel Dünya vampirleri tüm Dünyada yaşanan hızlı gelişmelerle övünürken, neleri kaybettiklerimizin farkına varamadılar. Hızla kirlenen havamız, gitgide azalan YEŞİL ÇEVRE, plansız kentleşmenin getirdiği nüfus yoğunluğu sorunlardan yalnızca birkaç tanesi ! Plansız kentleşmeyi,köyden göçle şehirlerde oluşan geniş gettolar olarak da izah edebiliriz. 

  Kente göçle yaşanan tarım alanlarındaki “terk edilmişlik” özellikle bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde kapanmaz-onarılamaz sorunlar yaratıyor. Tarım alanlarını kaybediyoruz. Köylerde yaşayan nüfus üretken durumdan, şehirde işsiz çoğunluğun arasında kaybolan bir hale dönüşüyor. Alın teriyle üretmek zoruna giden insanlar “dilenme kültürüyle” yaşamaya başlıyor. Kapıya kömür çuvalları gelecek, mutfağa gıda yardım kolileri, ya yarın ? 

  Günümüzde gelişmiş ülkeler kapıda bekleyen tehlikenin farkına(belki) yeni yeni varıyorlar. Ancak yinede etkili önlemler alınamıyor. Bakın “ Daha yaşanabilir bir Dünya için” toplanan Dünya liderleri, havanda su dövüp dağıldılar. Bir “karbon salınımı “ konusunu dahi çözemediler.

   Zaten tüm ekonomik sıkıntılar “ KENT YAŞAMINI” hem pahalı hem de stres dolu bir hale getiriyor. En akılcı çözümün “ KÖYE-KIRSALA DÖNÜŞ” olduğunu kavrayanlar var. Birkaç yıl öncesine kadar güldüğümüz “buraya da ev mi yapılır yahu” dediğimiz insanlar, bugün bizden çok daha organik yaşıyor. Belki de şu an onlar bize gülüyordur. 

  Son avcı/son tuzakçı belki hala zor günler geçiriyor ancak çok yakın zamanda kent merkezinde yaşamadığına seviniyor olacaktır.” 

   Aradan geçen 10 yılda doğaya saldırıların arttığını üzülerek takip ediyoruz. Son dereleri, son yaylaları ve son tarım alanlarını bilinçsizce ve acımasızca tahrip ediyoruz. Ama televizyonlardaki kamu spotlarında o kadar çevreci görünüyoruz ki, insanın gözleri doluyor.