Biz biliyor muydunuz Zonguldak’ta 10 yabancı dil konuşulduğunu,
Fransız ve İtalyan konsolosluklarının Cumhuriyet'e kadar Zonguldak'ta var olduğunu,
Şimdiki Zonguldak şehir merkezinin Ereğli kazasına bağlı, deniz sahilinde ‘’Tahta İskelesi” olan bir koy olduğunu,
Çanakkale savaşında Zonguldak’tan madencilerin ivedilikle cepheye sevk edildiklerini ve bu konuda başarı elde ettiklerini,

Zonguldak halkı, Türk Tarihinin Anadolu’da geçen zamanlarında daima şerefi ile bu vatana hizmet etmiş yer üstünde ve yer altında Türklük için var olmuş, çalışmış, can vermiştir. 
Osmanlı’dan bugüne uzanan Zonguldak tarihinden kısa kesitler sunalım
Zonguldak ve çevresinde insan yerleşimi M.Ö. 2500 yıl önceye kadar uzansa da bizi ilgilendiren kısım XV. Yüzyılın sonlarından itibaren başlıyor. Anadolu Selçuklusunun parlak zamanlarıyla başlayan Türkleşme süreci, Candaroğullarının bölgeye hâkim olmasıyla devam etmiştir. Osmanlı, Ereğli ve çevresinin Yıldırım Bayezid tarafından Bizans'tan satın alınmasıyla başlayarak, Fatih'in Amasra'yı fethi ile yörede tamamen kendini göstermiştir. Antik kentler olan Ereğli ve Filyos dışında pek yerleşimin olmadığı Zonguldak yöresinde, kömürün bulunmasına kadar geçen süreçte birkaç yağma hareketi dışında önemli bir tarihsel hareketlilik olmamıştır. Osmanlı'nın bölgeye yolladığı kolonizatör dervişlerinde katkısıyla bölge kısa sürede Türkleşmiştir. Çeşitli Türk boylarının yerleştirilmesiyle iskân edilen yörede, Türk boylarının isimlerine köy isimleri olarak rastlamak çok olağandır. (Bayat, Karaman vs.) Fakat Türk göçleri genelde kıyı kesimlere nazaran, iç kısımlarda kalmış. Kıyı kesimlerde yine Rum ve Ermenilerin varlığı sürmüştür. Fakat bunlar kasaba ve kentlerden çıkamamıştır. Daha önce bu yöre Bolu sancağına bağlı idi. 1825’ de Bolu sancağı; Merkez, Çağa, Kıbrıscık, Mengen, Gerede, Viranşehir(Eskipazar), Traklıborlu (Safranbolu), Yenice, Yedidivan, Ulus, Onikidivan (Bartın), Hızırbeyili, Mudurnu, Konuralp ve Ereğli kazalarından oluşmaktadır. Şimdiki Zonguldak şehir merkezi; Ereğli kazasına bağlı, deniz sahilinde ‘’Tahta İskelesi” olan bir koydur. Köy ve tarım hayatını ellerinde bulunduran ve kendi halinde yaşayan Türkler için 1829'dan sonra artık farklı bir hayat başlayacaktı. Yörede Uzun Mehmet olarak bilinen Ereğli'nin Kestaneci köyünden olan kara yağız Türk yiğidinin askerden köyüne dönmesi ile artık Zonguldak'ın da tarihi başlıyordu. Ortadoğu’nun en zengin (petrol hariç) doğal kaynaklarını oluşturan Ereğli-Zonguldak madenleri artık bulunmuştu. Kömürün değeri anlaşıldıktan sonra, Avrupa’nın devrimlerle sarsıldığı 1848 yılında, Sultan Abdülmecit ferman çıkarıp Ereğli kömür havzasını Hazine-i Hassa’ya, yani kendi vakıfları arasına katmıştır. Osmanlı meseleyi bildiği yolla halledip maden havzasını Galata sarraflarına yıllık 300 altına kiraladı. Kırım savaşından sonra bölgeye gelen İngilizler ve Fransızların yatırımları başladı. (1853) Fransızların liman, İngilizlerin demiryolu yaptığı bölgede artık tek bir sorun kalmıştı. Yeraltında canı pahasına çalışacak işçiler. Artık Osmanlı Devletinde her cephede canını ve kanını vererek onu büyüten ve yaşatan Anadolu Türklüğü, şimdi de yerin altında canını vermeye başlayacaktı. Sanayileşme ve enerji ihtiyacı Osmanlıyı kaynakları ivedilikle yerüstüne çıkartmaya ve İstanbul'a nakil etmeye zorluyordu. Bu yüzden çıkarılan nizamname ile 13-50 yaş arası köylerdeki insanlar günde 12 saat madende çalışmaya zorlanıyorlardı.15 gün madende 15 gün köylerinde olan madenciler için o devirlerde iş güvenliği veya adil ücret çok uzak kavramlardı. Yine de Dilaver Paşa'nın çalışma şartlarının düzenlemek için girişimleri olsa da bunlara ne kadar uyulduğu aşikârdır! Daha fazla para kazanma hırsı ile Fransızlar yeryüzüne çıkan kömürü eksik sayarak eksik yevmiye verme gayretine giriyorlar, Rum ve Ermeni işletmeciler ise gaz dolu ocaktan çıkan işçileri jandarma zoru ile tekrar madene sokuyorlardı, havalandırma olmayan ocaklarda madencilerin sonlarını tahmin etmek zor olmasa gerek! Maden ocaklarında ölenlerin isimlerinin ve tarihlerinin tutulmasına ise çok sonraları 1921 yılında başlanacaktı. Bu da Türk evlâdının yaşamına verilen önemin bir nişanesidir. Zaten o devirde işçilerin trene binme hakkı bile yoktu. İşçiler karda kışta kilometrelerce köylerinden madenlere yürüyorlar, günde 18-24 saat çalıştıkları oluyordu. Çoğu evlerine gitmiyor yaptıkları barakalarda ve yazın ağaç diplerinde yatıyorlardı.(Şu an bu yörenin köylü insanlarını tanımlamak amacıyla, etnik bir kavram olarak kullanılan “Kıvırcık” kelimesinin kökenin de buraya dayandığına dair yerel söyleyişler vardır.)Ermeni ve Rum tüccarların sağlıksız koşullarda çalıştırdığı işçilerde madenci hastalığı almış başını yürümüştü. Hastane hak getire! Yiyeceği 15 günlük yemeği bile köyünden getiren işçiye reva görülen bu idi. Türkleri ocaklara sokmak için bazı tavizler vermeyi uygun gören Osmanlı askerlikten muafiyet getirdi. Daha sonra bu sistemin verimsizliğinden dolayı köylü yarım işçilerin yanına diğer sancak ve eyaletlerden de işçi getirildi. Bu devirde Zonguldak'ta on dil konuşulduğu söylenmektedir. Fransız ve İtalyan konsolosluklarının Cumhuriyet'e kadar Zonguldak'ta var olduğunu söylemekte fayda vardır. Böylece yabancıların bu madenlere verdiği önemin mahiyeti daha iyi anlaşılır.(Bölgede şu an bulunan doğalgaz yatakları ile de geçmişten günümüze ne kadar önemli bir havza olduğu gayet açıktır.)
1915'te Çanakkale savaşına bütün Türklerin yaptığı gibi Zonguldak ve yöresi de katılıyordu. İngilizlerin lağımlar kazarak siperlerde zayiat verdirdikleri görüldükten sonra kurmaylar Zonguldak'tan özellikle kazıcı ve madenciler istiyorlardı. Yöreden madenciler ivedilikle cepheye sevk edilmişler, ihtisasları üzerine çalıştıkları bu konuda birçok başarı kazanmışlardır. Böylelikle en sonunda Kurtuluş Savaşına kadar geliyoruz. Anadolu’da örgütlenen Kuva-yi Milliye, Nimet Hoca önderliğinde Ereğli'de de kendini gösteriyor. Alemdar gemisinin kahramanlığıyla, Kurtuluş Savaşının tek deniz savaşında Ereğli'de bir destan yazılıyordu. Fransızların işgal ettikleri Zonguldak ve Ereğli'de hem denizde hem de karada yapılan çatışmalarla Fransızlar 18 Haziran'da bölgeyi terk etmek zorunda bırakıldılar. Her şeyini toplayıp giden Fransızların etkisi ise Zonguldak'ta bazı binaların mimarisinde halen yaşamakta. Cumhuriyetin ilânı ile ilk il olma şerefini yaşayan bölgede, yıllarca sömürülen kömür yataklarımız ise millileşiyor. İş bankasına devrediliyordu. Zonguldak tarihi artık değişmekteydi.50 bin maden işçisiyle Zonguldak artık cumhuriyetimizin parlayan sanayi kenti idi. Önce Karabük ve sonra Ereğli Demir Çelik fabrikalarının kuruluşlarıyla bölge Türk ağır sanayisinin temelini oluşturuyordu. Şu an bile büyüklükleriyle göz kamaştıran bu tesislerin o şartlarda ne kadar önemli fabrikalar olduğunu söylemeğe lüzum yoktur her halde.”Bütün fabrikalar bir kaledir.” Diyen Atatürk, gençliğe hitabesinde de bu tesislerin Türk kalmasında ki önemi belirtmiştir. Şu an bölge organize sanayi bölgeleri ve tersaneleri ile Türk ekonomisine hizmet etmekte. Kültürel yönden Zonguldak çevresinde ve köylerinde Türk-İslâm tesiri görülmektedir. Merkezî yerlerde unutuluş görünse de iç kesimlerde şu an Türkçede kullanılmayan birçok eski sözcüğe rastlamak mümkündür. Daha önce değindiğimiz gibi Türk boylarına köy adlarında rastlanılmaktadır. Gayr-i Türk varlığı var ise de bunlar yerel halkın içine karışma noktasında tamamen etkisizdirler. Ayrı mahallelerinde kent merkezlerinde varlıklarını sürdürmektedirler. Yemek kültüründe denizle iç içe olmasına rağmen balık çeşitliliği görülmemektedir. Çünkü hiçbir zaman denizin etkisi iç bölgelere girememiştir. Bunun nedeni bölgenin arazi yapısının taşıdığı anormal şartlardır. Zorlu bir arazi yapısına sahip olan bölgede tarım yapmanın zorluğuna rağmen tarım makineleşmeden yapılmaya devam edilmektedir.

Zonguldak halkı, Türk Tarihinin Anadolu’da geçen zamanlarında daima şerefi ile bu vatana hizmet etmiş yer üstünde ve yer altında Türklük için var olmuş, çalışmış, can vermiştir. 

Kısaca; Zonguldak topraklarında milat öncesinden başlayarak dört bin yıla yakın bir geçmişin ve çeşitli uygarlıkların izlerini görürüz. 1848'de başlayan kömür üretimiyle birlikte, farklı kültür ve yaşam biçimi olan Rum, Ermeni, Yahudi, Fransız, İtalyan, Hırvat kökenli insanlar kentimizde yaşamışlardır. Zonguldak, ilk dönemlerden başlayarak bir emek kenti olarak ortaya çıkmıştır, bu nedenle "emeğin başkenti" olarak adlandırılmıştır. 1900'lü yılların başlarında, özellikle cumhuriyet döneminden sonraki yıllarda iş ve ekmek arayan insanların ilk adresidir. Cumhuriyet dönemine kadar Osmanlı idaresinde olan Zonguldak, 8 Kasım 1829 tarihinde taş kömürünün bulunmasıyla önem kazandı. Taş kömürü, zamanın en değerli madeni olduğu için yabancı sermayenin de ilgi odağı hâline geldi. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra ülkemiz, tarihinin en ağır koşullarını içeren anlaşmayı imzalamak zorunda bırakılarak düşman işgali altında kaldı. Zonguldak ve çevresi, zengin taş kömürü kaynağı olduğu için, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Fransızlar tarafından işgal edildi; amaç Fransız şirketlerin haklarını korumaktı. Şüphesiz en değerli hazine vatan toprağıdır. Vatanımıza beslenen düşmanca duygulara karşı her zaman tek yürek ve tek yumruk olmayı başarabilen ulusumuz, Anadolu'da Atatürk'ün önderliğinde ulusal kurtuluş ve bağımsızlık hareketi başlatmış, uzun süren mücadeleler vermiştir. Müdafai hukuk cemiyetlerine bağlı güçlerin direnişi sonucunda ülkemiz için son derece önemi olan ilimiz, 21 Haziran 1921'de düşman işgalinden kurtulmuştur. Yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin 1 Nisan 1924 tarihinde kurduğu ilk il olan Zonguldak tam bir cumhuriyet kentidir. Yeni Türkiye Cumhuriyeti, ilk büyük eğitim atılımı için Zonguldak'ı seçmiş, ilk üniversitesini 1924 yılında "Maden Mühendis Mekteb-i Âlisi" adıyla burada kurmuştur. Yüz seksen yıllık sanayi ve üretim kültürü olan kentimiz, demir ağlarla ana yurdun dört baştan örülmesine katkı sağlamıştır. Zonguldak, kömür madenleriyle enerji ve ısı, Çates Elektrik Santraliyle ışık vererek, Erdemir ve Karabük Demir Çelik Fabrikalarıyla demir çelik üreterek Anadolu'nun imar edilmesinde, demir yollarının Anadolu'yu kucaklamasında önemli bir görevi yerine getirmiştir. Zonguldak'ta ilk işçi örgütlenmesi sayılan Amele Birliği 1921'de, Ziraat Sandığı 1913, Ticaret ve Sanayi Odası 1919, Baro 1927, Halkevi 1932'de, Maden Kömürü Havzası İşçileri Sendikası 1946'da kurulmuştur. Çalışanların örgütlenmesi açısından Zonguldak, ülkemizin önde gelen illeri arasındadır. Zonguldak ülkemizin tüm illerine kara yolu, hava yolu, demir yolu ve deniz yolu ulaşımı olan ender illerimizden birisidir. Taş kömürü üretimiyle birlikte, 1925 yılında Türk Antrasit Fabrikası, 1948 yılında Çatalağzı Termik Santrali, Filyos Ateş Tuğla Fabrikası, 1968 yılında Ereğli Demir ve Çelik Fabrikaları ve Çaycuma SEKA Kâğıt Fabrikası kuruldu. Zonguldak, bu tabloyla kömür üretiminin yanı sıra sanayi kimliğini de kazandı. Atatürk, ilimizin ülkemiz için olan önemini cumhuriyetin kuruluşunun ardından Zonguldak'ı ziyareti sırasında şu sözlerle ifade etmiştir: 
"Zonguldak'ın derin toprakları altındaki madenler ne kadar kıymetliyse bizim nazarımızda da Zonguldak o kadar kıymetli bir vilayetimizdir." Her bir metrekaresi alın teri, şehit kanı ve mücadele olan ilimiz, Atatürk'ün de dediği gibi taşı toprağıyla kıymetli bir ilimizdir. Özellikle, çok uzun yıllardan beri, yeryüzünün metrelerce altında zor şartlara karşı büyük çaba sarf ederek ülkemizin kalkınması adına yapılan işte önemli bir yere sahip olan madenci kardeşlerimizin emeği göz ardı edilemez. Ereğli'nin elpek bezi, çeliği ve Osmanlı çileği, Devrek'in el emeği göz nuru bastonu ve mis kokulu gevrek simidi, Alaplı'nın fındığı, Çaycuma'nın yoğurdu, Gökçebey'in tavuğu, Filyos Vadisi Projesi, doğa harikası mağaraları, denizi ve taş kömürüyle özdeşleşmiş ilimizin yemyeşil doğasıyla vazgeçilemez olduğu bir gerçektir.
Tahta iskelesi olan koydan Uzun Mehmet’iun kömürü buluşuyla birlikte Enerji’nin başkenti olan Zonguldak’a evrildik.
Karadeniz’de doğalgazın keşfiyle birlikte birlikte Zonguldak’ın kıymeti harbiyesi daha da artmış bulunuyor.
Zonguldak’ın düşman işgalinden kurtuluşunun 100. Yıldönümünü kutluyor ve Uzun Mehmet’i anıyorum.

**
GÜNÜN SÖZÜ: “Hayattaki en büyük zafer hiçbir zaman düşmemekte değil, her düştüğünde ayağa kalkmakta yatar.” ( Nelson Mandela)