İşte o yazı:
İnsan yaşadığı şehirden bir süreliğine uzaklaştığında, güzel örnekleri gördüğü zaman kentiyle ilgili hayıflanmadan, üzülmeden ve biz niye beceremiyoruz diye sormadan edemiyor.
Ülkenin yaklaşık dörtte biri ve nüfusun %21’i deniz seviyesinin altında yaşayan Hollanda, yüzlerce yıldır denizden kazandıkları topraklarla (9.000 m2–yaklaşık Kıbrıs adası kadar) dünyanın en verimli tarım arazilerinden birisine sahiptir. Yüzölçümünü olarak ülkemizin en geniş topraklarına sahip Konya ilimizden biraz daha geniş olan ve düz bir alanda kurulan, topoğrafyadan kaynaklanan ova dışında hiçbir jeomorfolojik yapısı olmayan Hollanda’yı yılda yaklaşık olarak 12 milyonu aşan kişi turist olarak ziyaret ediyor. Dağ, yayla, vadi, kanyon, akarsu, şelale vb. doğal güzellikleri olmayan, üzerinde yaşayan medeniyetlerden kalan kalıntıları sınırlı olan ve iklimi dört mevsim ayrı güzellikler sunan ülkemizle göre kıyaslanmayacak kadar dezavantajlı olan Hollanda’yı turistler neden ziyaret ediyor? Yanıt verelim; temiz doğası, çiçek bahçeleri, lezzetli peynirleri, müzeleri, eğlence hayatı ve mimari özelliklerini ile ruhlarını koruyan güzel şehirleri için. Yani doğal değil de insan eliyle oluşturulan yapay güzellikleri görmek ve yaşamak için.
Konunun bizi ilgilendiren madencilikle ilgili kısmına gelecek olursak, Hollanda’da kömür madenciliği ülkenin güneyindeki Belçika ve Almanya arasında kalan Limburg bölgesinde 19. Yüzyılda başlamış, 1900-1950 yılları arasında zirve yapmış ve 1974 yılında son işletme olan Oranje-Nassau I ekonomik üretim yapılamadığı gerekçesiyle kapatılarak ülkede kömür madenciliği sona ermiştir. Bunda 1950’li yıllardan itibaren, petrol ve doğal gaz gibi alternatif enerji kaynaklarının yaygınlaşması ve kömüre olan talebin azaltması da etken olmuştur.
Kömür madenciliği, Limburg bölgesinin sosyal ve kültürel yapısı ile bölgenin kimliğini şekillendirmiştir. Günümüzde ise eski maden sahaları turistik ve kültürel alanlara dönüştürülmüştür. Heerlen’de bulunan Nederlands Mijnmuseum (Hollanda Madencilik Müzesi), ülkenin madencilik tarihini ziyaretçilere aktarmaktadır. Yanı sıra eskiden madencilik çalışmaları sırasında kullanılan binalar endüstriyel miras olarak korunurken ve bazıları da sanat merkezleri veya eğitim kurumları olarak halen değerlendirilmektedir. Ayrıca, yakın olan Valkenburg kasabasında madencilik ve fosil koleksiyonunun yanı sıra yerel arkeoloji, kültür ve bazı ilginç çağdaş eserlerin sergilendiği küçük ama kapsamlı bir müze daha bulunmaktadır.
Ülkemizin yüzölçümü, tarihsel geçmişi, hayvan ve bitki çeşitliliği, jeolojik ve jeomorfolojik özelliklerine karşın 2024 yılı itibariyle Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne bağlı 217 müzesi bulunmaktadır. Buna karşın Hollanda'da görülebilecek 600'den fazla müze bulunmaktadır. Yaptığım bu karşılaştırma bile tarihimize, doğamıza, coğrafyamıza ve kültürümüze yeterince sahip çıkamadığımızın göstergesidir.
Zonguldak’ta yaşayan birisi olarak; kentimiz diğer şehirlerden ayıran, şehirin kimliğini ve dokusunu oluşturan, günümüzde işlevsiz, bakımsız veya kullanılır olmasalar bile onarılarak ve iyileştirilerek yeni işlevler kazandırılarak kullanılabilecek durumdaki hafızası niteliğindeki kendilerine özgü yapılarının bütün uyarılara rağmen birer birer yok olmalarına üzülüyor insan. Üstelik bölgemizde hem devlet ve hem de özel sektör tarafından günümüzde de hala yaşayan bir madencilik kültürü varken. Zaman içinde belirli bir birikim sonucunda oluşan, kent kimliği ve kültürü sayılan yapılar maalesef şehrin yönetiminde kısa sürelerle etkili olan öngörüsüz politikacılar ve idareciler tarafından bilinçsizlikle, bazen de çıkar uğruna birer birer yok ediliyor.