Ortadoğu merkezli bu tür çatışmaların, küresel enerji ve emtia fiyatlarını doğrudan etkilediğini vurgulayan Yavuzyılmaz, “Petrol fiyatlarında şimdiden %10’a yakın bir artış yaşandı. Altın rekor seviyelere tırmandı. Türkiye gibi enerjide dışa bağımlı ve ekonomisi kırılgan bir ülke için bu artışlar doğrudan akaryakıt, üretim maliyetleri ve hane halkı harcamalarına yansıyacaktır” dedi. Gelişmelerin Türkiye’ye olası etkilerini sıralayan Yavuzyılmaz, Hükümete, “Kriz yönetilmeli, yük vatandaşa yıkılmamalı” çağrısında bulunurken, açıklamasının devamında şu ifadelere yer verdi:

“PETROLÜN FİYATI 150 DOLAR BANDINA ÇIKABİLİR”

2024 yılında Husi saldırılarının ardından petrol fiyatları büyük bir sıçrayış olmuştu. Yaşanan gelişmelerin ardından bir kez daha petrol fiyatlarında sıçrama yaşanabilir. Bugün Basra Körfezinden çıkan petrolün yaklaşık %30’u Hürmüz Boğazından geçiyor. İran buradaki petrol akışına müdahale ederse petrolün fiyatının 100 – 150 Dolar bandına çıkması söz konusu. Umarım bu kötü senaryo gerçekleşmez. 

ÖNLEM ALINMAZSA ZİNCİRLEME FİYAT ARTIŞLARI KAÇINILMAZ”

Öte yandan, Akaryakıt fiyatlarında yaşanacak artışlar enflasyonist baskıyı attıracak önemli bir faktör. Ulaşım ve üretim maliyetleri arttıkça da gıda ve temel tüketim ürünlerinde zincirleme fiyat artışlarının olması kaçınılmaz. Bu durumda, orta ve alt gelir grubu vatandaşlarımız bu fiyat artışlarından en fazla etkilenecek kesim olacak. Bu, hane bütçelerine bir darbe daha demek. Zaten enerji maliyetleri altında ezilen üretim sektörünün daha da zorlaması demek.

“JEOPOLİTİK GELİŞMELERDEN BU DENLİ ETKİLENMEMİZİN NEDENİ AK PARTİ”

Elbette, Jeopolitik gelişmelerden bu denli etkilenmemizin nedeni Türkiye’nin enerjide dışa bağımlığının yüksek oluşu ve kötü ekonomisi. Ülkemizin birincil enerji tüketiminde ithalata bağımlılığı, tüm kaynaklar birlikte değerlendirildiğinde %69 gibi son derece yüksek bir oranda seyretmekte. Ak Partinin iktidara geldiği 2002 yılında bu oran %67 seviyelerindeydi. Yani aradan geçen 23 yılda Türkiye’nin enerji bağımlılığı giderilemedi. Aynı şekilde berbat edilen ekonomi nedeniyle Türkiye bugün enflasyonun zirve yaptığı ülkelerin başında geliyor. Tüm bu durumlar bizi bu tip gelişmelerde çok kırılgan bir hale getiriyor.

“KRİZ YÖNETİLMELİ, YÜK VATANDAŞA YIKILMAMALI”

Bu gelişmeler sadece bir dış politika meselesi değil; doğrudan halkın sofrasına, ulaşımına, faturasına yansıyacak bir sosyal adalet sorunudur. Hükümetin, doğrudan veya dolaylı şekilde neden olduğu krizlerin yükünü vatandaşın sırtına yüklemekten vazgeçmesi gerekiyor. Bu nedenle yaşanan olumsuzlukların sürmesi halinde, akaryakıttan alınan ÖTV ve KDV vergilerinde en azından bir dönem için vazgeçilmeli, enerji yoksulluğu çeken milyonlarca dar gelirli aile için elektrik, doğalgaz ve çiftçiler için yakıt desteği sağlanmalıdır. Türkiye Taşkömürü Kurumu gibi enerjinin lokolotifi kurumların tekrar ayağa kaldırılması, yerli enerjinin desteklenmesi gerekmektedir. Şeffaf ve öngörülebilir bir enerji politikası ile piyasalardaki belirsizlik azaltılmalıdır.

“NÜKLEER TESİSLER HEDEF OLURSA, TÜRKİYE BÜYÜK RİSK ALTINA GİRER”

Ortadoğu’da artan askeri gerilim, sadece enerji fiyatlarıyla sınırlı kalmamakta, aynı zamanda bölgedeki nükleer altyapılarının hedef alınma riskini de artırmaktadır. İran’daki Natanz ve Fordow gibi nükleer tesislere yönelik bir saldırı senaryosu, Türkiye açısından da büyük bir radyolojik ve çevresel tehdit anlamına gelir. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimiz, rüzgar yönüne ve iklim koşullarına bağlı olarak olası bir sızıntıdan doğrudan etkilenebilir. Bu da hem halk sağlığını doğrudan tehdit eder. Hükümetin acilen; radyasyon ölçüm ve erken uyarı sistemlerini güçlendirmesi, sağlık altyapısını bu tür risklere karşı hazırlıklı hale getirmesi, halkı bilinçlendirecek sivil savunma planlarını oluşturması ve iyot tabletleri gibi temel radyolojik koruyucu stokları temin etmesi gerekmektedir. Türkiye’nin böyle bir senaryoya hazırlıksız yakalanması kabul edilemez.”
 

Kaynak: HABER MERKEZİ