Farklı konuları işleyen çoğu kişinin anormal olarak adlandırdığı bana göre farklı bir yazar adayı olarak şimdi sizlere bir hikâyeden bahsedeceğim. Hikâyenin başı da karamsar ortaları da karamsar ama bu hikâyeye güzel bir son yakışır gibime geliyor ama nasıl bir son yazsak bilemiyorum. O zaman ben ufaktan hikâyeye başlıyorum; sizlerden de okurken bir son düşünmenizi rica ediyorum. Bu konu cidden önem teşkil etmektedir. Bu arada bu hikâyenin kahramanı benim, siz kahraman dediğime takılmayın pek bir kahramanlığım olmadı işte; kafanıza göre adlandırın. Anlayacağınız bu hikâye benim hikâyem; benden sıkılmış olabilirsiniz ama bugün bunu yazmak istiyorum; kusuruma bakmayın.

        Benim hikâyem 88 yılının ilk ayının son günlerine doğru, sevgisizliğin dayatıldığı, alkolün hüküm sürdüğü, yalandan gelenekçi, yeşilin egemen olduğu bir coğrafyada başladı. Kafadan birkaç sıfır yenik başladık, biz zaman zaman gol attık sandıysak da bu goller başkaları için gol değeri taşımadı. Biz de bir süre sonra çoğu zaman bu mağlubiyetleri kabul ettik, hükmen kaybetmek de bu mağlubiyetlerin içinde var tabii. Esasında hikâyenin başladığı günü baz alırsak; anneyle babanın evlilik yıl dönümünde bir hediye gibi dünyaya gelsem de bu pek bu şekil devam etmemiş. Malum geçim sıkıntıları, işsizlik ve imkânsızlık gibi arkadaşların pek rahat vermediği bir döneme denk gelmişim; bana da bu yakışırdı zaten, acının ve eksikliklerin olmadığı ortamda ne işim var benim. Neyse bu hikâye üç bölümden oluşmaktadır; onlardan bahsedeyim:

Doğumdan üniversiteye gidişimin ilk ayına kadar olan en masum en saf en yorgun en çok hakkı yenilen dönem; kendine güveni hiç olmayan, çok gerekmedikçe konuşmayan, hayatındaki eksikliği bilmem kaç kilometreden belli olan birinci dönemden bahsediyorum. O kadar çok haklarımın yenildiği, gurur ve onur uğruna bir dünya yanlışlar yaptığım süreç; tabir – i caizse çıraklık dönemidir. Üniversitenin ikinci ayından askerden tezkere aldım güne kadar uzanan ikinci dönemimden bahsedeyim biraz da sizlere; o suskunluktan ve eksiklikten kurtulduğum, gözümü açtığım, deli gibi araştırmalar yaptığım, kendimi geliştirdiğim, edebiyata daldığım, hem okuyup hem de çalıştığım dönemdir. Yalan yok çok kalabalıktım o zaman; sanırım baya da popiydim. Sorarsınız o dönemden ne kaldı elinde diye bir elin parmağını geçmeyecek kadar az ama en büyük kazancım suskunluktan ve umutsuzluktan kurtulmam; ufkumun genişlemesi oldu. Bir nevi kalfalık dönemim de denebilir bu ikinci dönemime. Gelelim ustalık dönemine yani üçüncü döneme; askerden tezkere aldıktan sonra başlayan hayata tutunma mücadelesini yaşadığım ve hala devan eden dönem; bitmeyen mücadele döneminden bahsediyorum sizlere. Çalıştığım dönemlerde ve işleri düştüğünde etrafımın müthiş kalabalık olduğu ve verilen sözlerin hiç tutulmadığı dönemden bahsediyorum. Hele ki son dönemlerde gösterdiğim sabır ve mücadelenin inanın tarifi zor; tabii size davulun sesi uzaktan hoş gelebilir, şov yaptığımı ya da olayı dramatize ettiğimi falan da düşünebilirsiniz, eyvallah saygı duyarım ama yakınımda olan üç-beş kişi benle beraber her şeye şahit olmuştur. Bu dönemde baya uzadı; dördüncü dönem beklemekten kafayı yedi vallahi. Çoluk çocuk sahibi aile saadeti olan döneme bir türlü geçiş yapamadık. Nasıl geçeceksin değil mi ama daha işimiz gücümüz yok; görünmüyoruz bile, önce görünmek lazım değil mi? Bitmeyecek gibi görünen mücadeleye az biraz ara vermek lazım. Anlayacağınız bu hikâyeye bir son bulamıyoruz; sonu da kötüye gidiyor. Oysa Türk Filmleri bizlere mutlu sonlara alıştırmadı mı? Ne oldu da hala karamsarlık hâkim bilemiyorum; hadi hayırlısı demekten başka bir şey gelmiyor şu an aklıma. Bu arada sizler de bir son bulursanız; uygun görürseniz bana söyleyin aman sakın çekinmeyin. Güzel bir son olsun diye zorlamaktan bizim imanımız gevredi; belki sizin tavsiyeleriniz işe yarar ya da sizler de görmezden gelin; sorun değil, darılmaca gücenmece yok yani. Canınız sağ olsun.

Böyle bir hikâyenin başladığı günün yıl dönümündeyim; bu yıl da bir son yazamadım kendime, bu sene de dördüncü döneme geçemiyoruz. Belki de o dönem hiç olmayacak; üçüncü dönemde kaybolup gideceğiz. Bakıp göreceğiz; neyse dördüncü dönemi hakkıyla yaşayan herkese selam olsun.

Günün Sözü: Pasta üzerindeki mumları da bir türlü sevemedim. Hayatın böyle mum gibi eriyecek mi demek istiyorlar? Ne demek istiyorlar; bilemiyorum. Küçükken çok dilek tuttum; hiçbiri gerçekleşmedi. Pastaları yediler ben aç kaldım. Mumlar söndü; karanlıkta kaldım. Herkes gitti ben yine yalnız kaldım. – YALNIZ KALEM