Az sonra yazacağım öykü uzun yıllar önce Doğu Anadolu’da yaşanmıştır. Öykünün kahramanlarından hiç biri hayatta olmadığından “ isimlerini değiştirerek” ya da hiç kullanmayarak anlatmaya gayret edeceğim. Ben bu öyküyü birinci ağızdan, ancak çok uzun yıllar önce dinlediğim için tarihler konusunda da net ifadeler kullanmayacağım. 
   Cumhuriyetin ilk yılları, Ankara yeni bir ülkenin inşası için elindeki kıt kaynakları en doğru şekilde kullanmaya gayret ediyor. Ülkenin bir çok noktasına trenle ulaşım için inanılmaz bir çalışma yapılıyor. Tren; toplu ulaşımda hala günümüzde bile çok önemli bir araç. O günlerde bu gerçek iyi kavranmış. Ülkedeki kalkınmayı yalnızca batı şehirleriyle sınırlı tutmak istemeyen Türk hükümetleri doğu illerine de yatırım planlıyorlar. 
  Ancak doğu illerinde Ankara’nın bu kalkınma hamlesine büyük bir direnç gösteriliyor. Kimi yerlerde (hala Cumhuriyeti kabul edememiş) padişah yanlısı gruplar, kimi yerlerde “ din elden gidiyor” diye fetva veren yerel kanaat önderlerinin kışkırtmalarıyla T.C. hükümetine bölgesel ayaklanma hamleleri görülüyor. Tren hatlarının yapımı veya köylere yol açma çalışmalarına engel olacak eylemler bölgedeki ağalar hatta hocalar tarafından organize ediliyor. İsteyen 1935/1940 lı yılların arşivlerinden Doğu/ Güney Doğu Anadolu’da yaşanan bu direnişlerin kayıtlarına ulaşabilir.
   Bu uzun yıllar İstanbul hükümeti tarafından ihmal edilmiş mahrumiyet illerindeki inatlı çalışma bölgeye giden valiler( ki birçoğu emekli paşa yada bölgeyi iyi tanıyan eğitimli kişiler) ve idealist kaymakamlar tarafından bizzat yerinde sürdürülüyor. İlçesine yol geldi diye sevineceğine o dönemin iş makinelerine& kamyonlarına saldıran insanlar yüzünden çalışmalar jandarma nezaretinde yürütülüyor. 
   Yer Doğu Anadolu’nun en büyük vilayeti. Hatta Osmanlı tabyalarının bulunduğu bir şehir. Bu vilayetin en uzak ilçelerinden birisine elektrik jeneratörle verilmeye başlanmış. Asfalt olmasa da yollar yapılıyor. Okullar, sağlık ocakları inşa ediliyor. Bu ücra ilçenin idealist kaymakamı yöre halkından destek alamamasına rağmen( nur içinde yatsın) o günkü kıt devlet imkanlarıyla rakımı en yüksek olan merkez bir köye yol getirmek için bir çalışma başlatıyor. Kış aylarında merkezle bağlantısı neredeyse hiç kalmayan bu ücra merkez köye yol yaparsak en azından hastalık veya acil durumlarda bir ulaşım imkanımız olur diye düşünüyor. Köyün hem imamı olan hem de önde gelen eşraflarından biri neredeyse tamamı cahil olan köy insanlarını “ eğer bu yol köye ulaşırsa din&namus elden gider” diyerek dolduruşa getiriyor. Kendisi köy odasında oturup ortalığa fetva veriyor ve milleti kışkırtıyor ama eyleme karışmıyor. 
  Köyde çalışmaya başlayan amelelere ve iş makinelerine&kamyonlara saldıran onları engellemeye çalışan köylülerin tamamı jandarma tarafından göz altına alınıp ilçeye getiriliyor. İlçenin de o köyün de adını “rencide olmasınlar diye yazmıyorum”. Elektriğin bile jeneratörle belirli saatlerde verildiği ücra bir ilçede avukat ne arasın o tarihlerde. Cezaevi falan da olmadığından o köylüler jandarma birliğinin nezarethanesinde alıkonuyorlar. Bu sırada köyün hem imamı hem de kanaat önderi olan İ. hoca ilçeye(o dönem kaza deniyor) gidip genç kaymakamla görüşüyor. Savunması ilginç “ değerli gaymagam beğ, bunlar cahal insanlardır, nettiklerini bilemezler. Ne desem ne anlatsam fayda vermedi, goca hökümete garşı gelinirmi? Onlar büyük cahallık etti, sen bir böyüklük yap ve bunları salıver. Tövbe bir daha böyle bir işe tevessül etmezler”. Kaymakam, zaten köylüleri birilerinin kışkırttığını biliyor ama onca iş yoğunluğu arasında böyle bir tahkikat yapmakla uğraşacak ne elemanı nede zamanı olmadığından hocadan “tekrarlanmayacağına dair söz alıyor” ve köylüleri salıveriyor.