Herhangi bir iş kazası veya meslek hastalığı halinde Sosyal Güvenlik Kurumu sigortalıya  tedavi masrafları yapmakta,belli şartlarda gelir bağlamakta  veya sigortalı vefat etmiş ise yakınlarına yine belli şartlarda gelir bağlamakta  ,yaptığı bu masrafları  ve bağladığı gelirleri de olayda kusuru varsa  kanun gereği işverene yüklemektedir. Yani bu miktarları  tahsil etmek için işçinin  işverenine karşı 10 yıllık zamanaşımı süresi içinde  dava açmaktadır. İşverenler ise  “ben sigorta primi ödedim veya  işçiye yardım ettim,tazminat ödedim,neden ayrıca SGK dava açıyor,sigorta primi ödemenin  mantığı bir kaza halinde  zararı sigortanın karşılaması değil mi?” serzenişleri ile dava açılmasına bir anlam verememektedirler…  Geçmişte ise  işverenin SGK’ya karşı sorumluluğunda neredeyse bir zamanaşımı yoktu…Kurumca  işçiye sigortalılara veya ölümlerinde haksahiplerine  sadece bağlanan ilk gelirin değil   , sonradan kanun, kararname ve kararlarla yapılan “artışların” peşin değerleri de peşi sıra açılan davalarla istenebilmekteydi. Anayasa Mahkemesi’nce  dile getirildiği üzere  işverenler “ne zaman açılacağı belli olmayan ,sonu gelmeyen dava tehdidi altında” tutulmakta, Sigorta Kurumunun da üstlenmesi gereken riskler, tümüyle işverenlere yüklenebilmekteydi. Üstelik her  bir artış için “onay” tarihinden başlayan  onar  yıllık zamanaşımı süresi olduğundan, tabiri caiz ise bu âdeta kıyamete kadar  dava açılabilmesi anlamına gelmekte, işverenler de  tazminatlar sebebiyle borç batağına saplanmakta  idi. Bu sebeple  SGK’nın  işverenden  isteyebileceği miktara bir  “tavan” konularak  ancak “tavan” tükeninceye kadar dava açabilmiştir. Daha sonraları ise Kurum’un rücu edebileceği miktarlar işverenler açısından ,bağlanan gelirlerin “ilk peşin değerinin işveren kusuruna karşılık  olan tutarı” kadar  olacak şekilde sınır konulmuştur. Önceleri bir iş kazası halinde açılan bu davalarda alınan bilirkişi raporlarında  nadir de olsa olayın kaçınılmaz olarak meydana geldiği ,olayda(yüzde yüz )kaçınılmazlık olduğu belirtilerek işverene kusur yüklenmemiş ise işveren sorumlu olmaz idi.Lakin Yargıtay’ın ;  “bir iş kazasında mutlaka bir insan kusuru vardır.Bir olayın “kaçınılmaz” olarak meydana gelmesi  mümkün değildir. Çok ağır ve tehlikeli bir iş kolunda dahi işverence her türlü önlem alınarak iş kazaları önlenebilir…”  anlamına gelen  kararlarının etkisiyle  artık bilirkişi raporlarında “kaçınılmazlık” verilmediğinden, işverene bir şekilde kusur yüklendiğinden , işçinin işyerinde kalp krizi geçirmesi,işçinin işyerinde kavga  sonucu yaralanması dahil  vs. neredeyse her iş kazası olayında işverenler Sosyal Güvenlik Kurumuna karşı faizleri ile birlikte  tazminat  ödemek ile karşı karşıya kalmaktadır.Tabi bu tazminatın  tutarının  belirlenmesinde işverene verilen kusur “oranı”, belirleyicidir. Yani işveren ,  sigortalıya SGK’ça bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değerinden, yine sigortalıya yapılan masraf ve ödemelerden, “ne kadar kusuru var ise o kadar” , 10 yıllık zamanaşımı süresince faizleri ile birlikte  sorumlu olacaktır.