Güzel ülkemde filozof çıkmaz diyenler varsa bu bereketli toprakları hiç tanımıyor demektir. Osmanlı İmparatorluğunun son dönemine denk gelen yıllarda Bahriye Nazırı Hüseyin Hüsnü Paşa’nın 3 oğlundan en küçüğü olan Celal ( sonradan YALINIZ soyadını alacaktır) tarihe değilse bile yaşadığı döneme ve çevresine derin izler bırakmıştır.

   Osmanlı saltanatının her mevki makam sahibini ihya ettiği o dönemlerde babası Hüseyin Hüsnü Paşa “ bulunduğu mevkii” bir kudret aracı ve zenginlik yolu olarak görmemiş, Nazır (bugünün bakanı) olmasına rağmen hayatının son yıllarını güçlükler içerisinde geçirmiştir. Öyle babadan elbette Sakallı Celal gibi bir evladın olması hayret verici değildir. Zira Celal de rahmetli babası gibi maddiyatla işi olmayan, dönemine göre aldığı mükemmel eğitime rağmen yüksek devlet kademelerinde görev almak yerine 3 kuruşluk öğretmen maaşını tercih etmiştir. Çoğu zaman iktidarlarla ters düşen Sakallı Celal’i öğretmenlik mesleğinden sonra gemilerde çımacılık veya Aydın’da İncir işleme fabrikasında işçi olarak görüyoruz. Yaptığı iş ne olursa olsun severek yapıyor ve etrafındaki insanlara, aldığı geniş Dünya kültürünü ve bilgisini aktarmaya çalışıyordu.

  Bugün bile sıkça kullandığımız bir çok sözün sahibidir. Yazılı bir eseri yoktur ama bıraktığı pek çok şey vardır.

  • Bu kadar cehalet ancak tahsille olur.
  • Bu ülkede ilgililer bilgisiz, bilgiler de ilgisizdir.
  • Bastonu yere çaksan filiz veren bu bereketli ülkede, biz aç kalma mucizesini de becerebilmiş bir milletiz.
  • Tanzimat ilan ettik olmadı. Meşrutiyet ilan ettik olmadı. Cumhuriyet ilan ettik olmadı. Yahu, biraz da “ ciddiyet” ilan etsek.

Niçin sakal bırakıyorsun demişler, “ben bırakmıyorum, kendiliğinden çıkıyor” .

  Komünizm propagandası yapmak suçlamasıyla evini arayan polisler, duvardaki Karl Marx portresini sorunca “ rahmetli babam” diye cevaplamıştır.

  Sakallı Celal Fransa’da Sorbonne Üniversitesinde Siyaset bilimi tahsilini yarım bırakıp ülkesine döndüğünde baba parası yememek için sayısız işte çalıştığını öğrendiğimde böyle bir ismin niye daha kolay yolu seçmediğini anlıyorum. Hayatı; lüks konutlardan, yüksek mevkideki makamlardan ve bolca zenginliğin arasından yakalama şansı nasıl olacaktı ki? Halk nasıl yaşıyorsa o da öyle yaşamaya gayret ediyormuş. Bu çok net.

  Sakallı Celal; Ankara Erkek lisesinde idareciyken okulun lağımı patlar. Durumu Bakanlığa iletir ama Bakanlıktan “ …durumun idare edilmesi” yolunda bir cevap gelince, bizim sakallı Celal iş tulumunu giyer ve yanına aldığı bir öğrencisiyle birlikte patlayan lağımı onarmaya başlar. Tam o sırada okula gelen bir müfettiş, okul idarecisi sakallı Celal’i o şekilde görünce Bakanlığa “ … idareci durumuna uygun olmayan bir kıyafetle görüldü …” diye rapor yazar. Çok geçmeden Bakanlık sakallı Celal’den “ niçin makamınıza uygun giyinmiyorsunuz” diye bir savunma ister. Savunmayı yazılı değil bizzat kendi söylemek için doğruca Bakanlığa gider.

  “ Lağım patladı dedik. İdare et dediniz. Bende lağımı onarıp idare edeyim dedim. Lağıma da resmi kıyafetle girecek değildik ya? İdare etmenin bok içinde oturmak anlamına geldiğini nereden bileyim? “ ….