Uzun yıllar önce güzel ülkemin ücra küçük bir kasabasında cazgır günlerce, kasabaya gelecek meşhur sihirbazın duyurusunu yapıyor ve büyük bir gösteri için halkı hazırlıyordu. Halk arasında bu sihirbazın marifetleri abartıla abartıla anlatıldığından kasabada beklenti oldukça artmıştı.

   Anlatılanlara herkes kendi iç dünyasından da bir şeyler ekliyor ve hayaller sınır tanımaz hale geliyordu. Şehir efsanesi öyle büyümüştü ki normal bir sihirbaz gösterisi değil adeta olağanüstülüklerin sergileneceği bir kumpanya bekliyordu herkes. Denizkızı görmeyi uman da vardı vahşi bir yaratık görmeyi umanda vardı. Öyle ya bu olağanüstü sihirbaz bir hokus pokus yapacak ve ortaya ilginç bir mahluk çıkacaktı. Konuşmalar o kadar etkili olmuştu ki çevre kasabalardan hatta köylerden bizim ücra kasabaya insanlar akın etmişti.

  Kasabanın tek sinemasında biletler günler öncesinden bitmişti. Kumpanyayı organize eden adamın ve salonun sahibinin keyfine diyecek yoktu. Gösteri günü salondaki büyük coşkuyu gören sihirbaz çok şaşkındı. Daha ilizyonlarına başlamadan salon yıkılıyordu. O da büyük bir motivasyonla gösterisine başladı. Önce klasik iskambil kağıt numarasını ardından çubukları kırıp tekrar birleştirme, kağıttan çiçek buketi, parayı önce kaybedip sonra da öndeki seyircilerden birinin cebinden çıkarma numaraları derken finalde en büyük numarası olan şapkadan tavşan çıkarma oyununu yaptı. Büyük beklentiler içinde olan seyirciler homurdanmaya başlamıştı, “öyle ya nerede denizkızı ya da o korkunç yaratıklar?”, bu muydu büyük sihirbaz? Salondan gelen uğultulara bir anlam veremiyordu bizim sihirbaz! Son gösterisi olan “şapkadan tavşan çıkarmayı” yapıp halkı selamlayınca salondan üzerine sandalyeler yağmaya başladı. Halk galeyana gelmişti. Kumpanyayı getiren adam ve sinemanın sahibi bir yandan halkı sakinleştirmeye uğraşırken bir taraftan da sihirbaza “kardeşim güya büyük sihirbazsın çıkara çıkara şapkadan tavşan mı çıkardın, ayıp be kardeşim şu halimize bak” diyorlardı. Olan biteni hala anlamayan sihirbaz büyük bir öfkeyle salondaki kızgın kalabalığa “ Allahtan korkun, o küçücük şapkadan fil mi çıkar? …

   Bu hikayeyi nereye bağlayacağım? Ancak ve ancak gelişmemiş veya eğitimsiz toplumlarda daha sık görülür; mucize ve kurtarıcı beklentileri, muskadan medet umma, normal bir insana olduğundan fazla güç izafe edilmesi, olmadık adamları şeyh/şıh diye adlandırıp onlardan fayda beklemek. Oysa bizim yüce dinimizde nelerden medet umulacağı açıkça belirtilmiştir. Tartışmaya açık bile olmayan o konuya burada girmeyeceğim.

   Nedense bir türlü şu üstün adam/kusursuz adam beklentimizden kurtulamadık. Hiç normal insanların hayatımıza yön vermesine izin vermiyoruz! İster uzay çağında olalım ister bilgi çağında hala kadim inanışların ve olağanüstülüklerin peşinde dolaşıyoruz. Yönetenleri veya liderlerimizi normal görmek sanki bizi basitleştiriyor gibi davranıyoruz. İnsanın hata yapan bir formatta yaratıldığını söyleyen onca ayeti unutuyoruz. Hata yapmanın değil hatayı meslek haline getirmenin daha büyük bir sorun olduğunu kavrayamıyoruz. İnsandan kapasitesinin üzerinde bir şeyler beklemenin, onu yüce ve ulaşılmaz görmenin ŞİRK OLDUĞUNU, Müslümanım diyen de daha çok görüyoruz.

   Peki tercihlerimizi kime/neye göre yapacağız? Hep bir efsanenin gerçekleşmesini yada bir mucizenin görünmesini mi bekleyeceğiz? Kurtarıcı yada kurtarıcılar gelmezse yok mu olacağız? Ne zaman kendi sorunlarımızı, kendi gayretlerimiz ve inancımızla çözeceğiz?