Kömür karasına bulaşan ellerin neler anlattığını, bazen bir cümleye sığdırmak zor. Ama bu şehrin altında, karanlığın içinde bir hayat var ki… ne dizilere benzer, ne kitaplara. Yerin metrelerce altında çalışan maden işçileri, sessiz sedasız, kimsenin görmediği bir dünyada nefes alıp veriyor. Kim bilir belki de kelle koltuk altında, hayatta kalmaya çalışıyor.
Sabahın ilk ışıklarıyla değil, daha gün bile doğmadan düşüyorlar yola. Ellerinde küçük bir torba, içinde birkaç zeytin, biraz ekmek… Kimseye yük olmadan, sessizce giderler ocaklara. Ne bir şikâyet, ne bir serzeniş. Çünkü bilirler ki, bu sessizlik, onların en kadim yoldaşıdır.
Maden dediğin sadece taş, toprak değil. Orası bir sınav yeridir. Her adımda dikkat, her nefeste dua vardır. Kazma sesiyle yankılanır o karanlık tüneller. Kimi zaman bir türkü tuttururlar içlerinden, kimi zaman çocuklarının sesi çınlar kulaklarında. Ama o derin sessizliğin içinde bile umut saklıdır.
Birinin başına bir şey geldiğinde, hepsinin yüreği aynı anda sızlar. Çünkü orada herkes birbirine emanettir. İpleriyle, ışıklarıyla, nefesleriyle birbirine bağlıdır madenciler. Yerin altı bir başka kardeşlik doğurur, öyle herkesin anlayacağı bir bağ değildir o.
Ama akşam olunca, ocaktan çıkıp yüzlerini yıkadıklarında, yine aynı insanlar oluverirler. Çocuğunun başını okşayan bir baba, soba başında çay içen bir eş, komşusuna selam veren bir dost… Sade, gösterişsiz ama dimdik duran insanlar.
Maden işçisinin hayatı, yerin altında değil, kalbinin tam ortasındadır aslında. Bir ülkenin gerçek emeği, çoğu zaman görünmeyen ellerde gizlidir. Ve o eller, her gün yeniden tutunur hayata. Sessizce, gururla, inatla…