İsa peygamberin doğumunu MİLAT olarak kabul etti Dünya ve 2020 yıldır o takvimi kullanıyordu. Hatta Hz. İsa’nın doğumundan önceki döneme Milattan Önce( M.Ö.) sonraki döneme Milattan Sonra(M.S.) dediler. İşler iyi kötü 20 asır gitti. İte kaka bir 20 yıl daha gitti. Ama bir baktılar gitmiyor. Kıçı kırık bir virüs (gözle görülmüyor/elle tutulmuyor, bırakın babasını anası bile belli değil) “ durun dedi” . 

   Fabrikaları kapattırdı. 

   Okulları kapattırdı.

   Büyük bütçeli futbol liglerini durdurdu.

   Koca koca havayolu şirketlerinin uçuşlarını engelledi.

   Her işi bilirim diyen sözde Dünya liderlerinin karizmasını yerle bir etti. 

   Büyük ekonomiyiz diyen devlerin aslında KAĞITTAN KAPLAN olduklarını ortaya çıkardı.

  Dünyada her şeyin başı “sağlıkmış” gerisi olsa da olur olmasa da olur dedirtti. 

   Milyonluk arabalar, lüks yatlar, bakmaya kıyamadığın yalılar, köşkler, saraylar zaman geldi hapishane oldu, dışarı adım atamadın. Yada binip gidemedin, şöyle bir boğaz havası alamadın! 

   Korkunun insani bir duygu olduğunu anlattı CORONA bize. O ortaya pehlivan gibi çıkıp üst perdeden konuşan nice babayiğidin sesi soluğu kesildi birden. 

   Cenazen oldu mezarın başına beyaz tulumlu 3-4 görevli ile gidebildin yalnızca. En sevdiklerin, dostum dediklerin bile yoktu son görevlerini yapmak için yanı başında. 

   10 yıl 12 yıl vadeli aldığın dairende kurye kapıya “maydanoz” getirsin diye bekledin. Oysa deden; evinin önündeki bahçesinde onu elleriyle toplayıp, yanına mis gibi kokan domatesleri de koparıp mutfağa götürürken sana çok banal gelmişti. Oysa o dalından kiraz toplamanın, salatalıkları, biberleri çıt diye koparıp toprağa temas etmenin bir terapi olduğunu unutmuştun. 

  Köyüne dönemezsin artık zira köy kalmadı ki orada ! Hem dönsen ne yapacaksın? Ne bilirsin ki tarım hakkında? Google a yaz, ondan öğren diyeceğim ama o garibim de nereden bilsin, programı yazan kendisi de bilmiyor ki! 

   Tuhaf bir Dünya olmuştuk. Doğrular bizi çok ama çok rahatsız ediyordu. Örneğin bundan birkaç yıl önce Fenerbahçe’ye 69 yaşında Hollandalı bir teknik adam gelmişti; Dick Advocaat. Adam bir iki idman yaptırdıktan sonra yönetime “kusura bakmayın ama bu kadro çok yetersiz, sizin çizdiğiniz hedeflere ulaştıracak oyuncular yok burada” dediğinde adamı “kaynayan kazana koydular” . Aradan geçen 4 sezonda, adam haklı çıktı iyi mi! Tek bir başarılı sezonu olmadı o kadronun, üstelik her yıl üstüne üstlük harcadıkları milyonlarca euroya karşın. Dünya da bir çok alanda bu örnekleri çoğaltabiliriz. 

  Bilime önem verin diyenleri “dinsiz” diye yaftalayıp çöpe atar, her konuda “bu zaten Kur’an da yazıyor” diye ukalalık yaparsan işte böyle küçücük bir lanet seni esir alır. Sorun bir tek bizde mi? Hayır. 

  Sorun; eline her kazma alan bir ağaç kesmeye başladığında, her kütüphane bir cezaevine dönüştürüldüğünde yada her bir fabrika kupon arazisi için kapatıldığında başlamıştı. Biz görmek istemedik. Tıpkı o yaşlı Hollandalı hocanın bunlardan bir şey olmaz dediğinde o dönemin yöneticileri gibi “gerçekler bizi gerdi, zira gerçeği kabul etmek bizim başarısız olduğumuzun kanıtı olacaktı” . 

  Virüs yapay mı yoksa doğal mı? Kim icat etti? Kimin işine yaradı? İlahi bir mesaj taşıyor mu? Dünya son iki ayda kendi hasarlarını “kendi kendine “tamir etti. Doğa canlandı. Hayvanlar tekrar yaşam alanlarına geri döndüler. Sokaklarda insan olmadığında hava kirliliği neredeyse sıfırlı rakamlara indi. Dünyayı yalnızca fabrika bacaları değil, insan evladı da perişan ediyormuş. Yoğun hayat, bitmeyen hırslarımız, önlenemeyen egolarımız aslında virüsmüş ! İnsanlar elleriyle hazırladıkları senaryonun sahibini arıyor. 

Etrafıma bakıyorum, acaba değişen şeyler var mı diye, ben tek bir değişiklik göremiyorum.  Yarın yine etrafa saldıracağız elimizdeki baltalarla ve suçluyu arayacağız televizyon kanallarında !