Eğer yaşadığınız kara parçasını benimseyen, orayı kendinize yaşamınız süresince “ ikamet” olarak seçtiyseniz, orada geçici olarak kalanlardan, mecburen yaşayanlardan veya görev icabı gelenlerden çok daha farklı bir ruh halinde olmanız doğaldır. 

 Yazı yazma kurallarındaki; “paragrafları uzun tutmayın, hem cümle düşüklüğü riski olur hem de okuyanlar için sıkıcı olabilir “ diye bir uyarıyı sürekli kendime hatırlattığım halde şimdiye kadar bu uyarıya hiç uymadım. Uymak zorunda da değilim. Kısa cümlelerle kendimi daha iyi ifade edemiyorumdur, kim bilir! 

  Yaşadığınız kente ait olduğunuzu hissederseniz işiniz zordur. Bir çoklarının görmediği hatta belki de bakmadığı, önemsiz gibi görünen konular sizde büyük sıkıntı yaratabilir. Bitmeyen şehir yolları, bir türlü açılmayan havaalanı, sonu gelmeyen vaatler, çözülmeyen göç sorunu, artan işsizlik rakamları, kentin spor kulüplerinin bile etkilendiği ekonomik yapı ve daha bir çok konuda rahatsızlığınız ve karamsarlığınız olabilir.

  Yaşadığı yere ait olma duygusu böyledir. Başkaları önemsemezken siz “ dert edersiniz” ! Bu bencil bir duygu değildir. Tam tersi, siz başkaları içinde düşünmeye başlarsınız. Dünyada eşi benzeri olmayan garabet bir şehir stadının önünden geçerken başkaları “ keyifle güler” siz içten içe “ kahrolursunuz”. 

  Şehrin tam merkezinde ve bir çok sağlık sorununu çözeceğini umduğunuz yarım kalan “hastane inşaatının” karşısında bir çok insan siyasi yorum yaparken siz “yoğun bakım ünitelerinde” yer yokluğundan komşu ilçelere, şehirlere gönderilen hastalara üzülürsünüz. Duyarlı olmak böyledir. Ne siz nede ailenizden biri o güne kadar ( çok şükür) yoğun bakıma ihtiyaç duymamış olsa bile, hiç tanımadığınız insanlar/hastalar için dertlenmektir. Kaldı ki yarın başımıza ne geleceğini de bilemiyoruz. 

  Eğitimim süresince ve ardından iş hayatına atıldığımda bir çok farklı şehirde bulundum. İlginç olan “ küçük şehirlerde büyük hesaplar” , “büyük şehirlerde devasa planlar” yapılıyordu. Hiçbir hesapta ve planın içinde “ insan “ faktörü ağırlıklı oranda yoktu. Gerektiği kadar “insan öğesi” kullanılıyor ve ardından tüm yapılanlar “SİZİN İÇİN” deniliyordu. Tuhaf olanda, o kıt oranda önemsenen “ insan öğeleri” buna inanıyordu. 

  Örneğin sürekli duyduğunuz “yeşil Bursa”  ne kadar yeşil?

” Huzur kenti Konya’ya hoş geldiniz” tabelasının asılı olduğu ALADDİN Tepesinin hemen yan taraflarına huzur uğramış mıdır gerçekten?

 Kocaeli bir sanayi kenti olarak büyürken; Gebze, Çayırova ve Dilovası insan sağlığı açısından hangi alarm seviyesinde? 

  Yemyeşil doğasıyla, azgın dereleriyle büyük ilahi armağan Karadeniz; acaba hangi dertten muzdarip? Dereler aynı debiyle çağlıyor mu sahiden?

  Başkentin her sokak arasının bir iki kılıksız adam tarafından “otopark bura hemşo” diye parsellendiğini acaba büyük şehir belediye başkanları biliyor mu? 

  İstanbul’da “ laz mafyasının belini kırdık” diyen eski iç işleri bakanı sayın A.Kadir Aksu’nun; şu anda Oflu İsmail, Dündar Kılıç(Sürmeneli) ,Alaattin Çakıcı( Arsinli), Bafralı Şenol Turan’ın ve daha bir çoğunun tahtında kimlerin oturduğunu biliyor mudur? 

  Eğer okuduğunuz/izlediğiniz yazı, haber veya yorum, size dün bildiklerinizden farklı bir şey öğretmiyor, farklı bir bakış açısı getirmiyorsa boşuna zaman kaybı yaşamayın, “Maşa ve koca ayıyı” seyredin daha iyi ….