Ünlü bir atasözü vardır, “ eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağardı”. Ancak gün öyle bir hale geldi ki eskilerin sözleri, uygulamaları hatta eski usul yaşama alışkanlıkları artık daha doğruymuş dedirtecek noktada. Yaz ayında domates nispeten daha ucuzken “kışa hazırlık adına yapılan “ domates sosu/menemen/salça” herhalde bu çağın adetlerinden değildir. Geçmiş; yalnızca yaşanan anılar dizgisi değil, biraz da günümüze dersler bırakan hayat tecrübeleridir aynı zamanda.

  Ders alınır alınmaz orası ayrı bir konu ancak devlet yönetimlerinde mutlak olması gereken bir konudur; “ devlet hafızası” . Bu hafıza bizleri en karanlık zamanlarda aradığımız ÇIKIŞA götürecek yegane yol haritasıdır. Eskilerden ders almayan hiçbir devlet istikbalini emin şekilde görememiştir. Devlet hafızası yada farklı anlatımla “devlet aklı” da denilen bu büyük deneyimler öyle bir anda unutulup bir yana atılacak tecrübeler değildir.

   1987 yılındaki Meclis Bütçe görüşmelerinde dönemin muhalif lideri merhum Demirel, başbakan koltuğunda oturan yine merhum Özal’a şöyle sesleniyor “ Hindistan gibi kazan, Belçika gibi yaşa, götüremezsin( sürdüremezsin) halkın birinci sorunu “ geçim sıkıntısıdır”.

  Aslında hem Demirel hem de Özal aynı siyasi zihniyetin devamıdır ama muhalif koltuğuna oturdun mu, gerçekleri görmeye mecbur kalırsın. Basına sansür yasası varsa ilk kurban sen olursun. Devlet kaynaklarını iktidar kendi lehine kullandı mı ilk sancıyı sen yaşarsın. Tüm yollar dikenli mi, asfalt mı o zaman görürsün! Demirel şöyle devam ediyor; “ aşırı enflasyonun olduğu her ülkede dar gelirlinin aleyhine mi gelişmiştir? Evet bu doğrudur. Eğer bu doğru ise siz bu ülkede hem aşırı enflasyon olacak hem de dar gelirli ezilmemiş olacak derseniz buna KRİSTOF KOLOMB’UN YUMURTASI derler. Böyle şey olmaz. “

   Enflasyon; devlet dairelerinde belirlenen rakamlar değil halkın bizatihi yaşadığı ekonomik travmalardır. Eğer fırında ekmek 5 lira ise sizin COSMOSA ( evrene) yollayacağınız “ yok aslında 2 lira” mesajları hiçbir işe yaramayacaktır, cebinde 5 lira yoksa o somunu ancak rüyanda görürsün.

  Tarım ülkesi olan bir ülkede “ ithal tarım ürünlerini” bir Tarım bakanı ballandıra ballandıra anlatıp o halkta onu alkışlıyorsa siz 20 liraya sütü aslında bedava içiyorsunuz demektir. O ülkede süt 5 dolar olmalıdır. ( sızlanmaya gerek yok biraz daha sıkarsak zaten yakında ya dolarla ya da kripto para ile alacağız) Yalnız bu yıl içinde süt üretimi için beslenen ineklerin yüzde kırktan fazlası yüksek maliyetler yüzünden kesime gönderilmiştir. 82 milyon Türkler, 10 milyon sığınmacıyla toplam 92 milyon insana tarımsal/hayvansal üretim yapan kişi sayısı yalnızca 600 bin. Şaka gibi değil resmen dram. Ve bu üretim yapan kesimin yaş ortalaması 50 den yukarı. 10 yıl sonra çiftçi mi ithal edeceğiz?

  Halkın birinci sorunu 35 yıl önce belirtilmiş, aradan geçen 35 yılda değişen tek şey siyasilerin isimleri. Unutmadan 1987 yılında ülkemizin nüfusu 51 milyon 100 binmiş. Demek ki nüfus artışını değil üretim artışını tartışmalıymışız.