Tuhaf değil mi; şehirler genişleyip binalar arttıkça insanlar daha da yalnızlaşıyor.

   ZONGULDAK; genç Türkiye Cumhuriyetinin ilk kenti ( 1 Nisan 1924/ 491 sayılı Teşkilat-ı Esasiye Kanunun 60. maddesi uyarınca)

 Doğa güzelliği bakımından KARADENİZ üzerine anlatılacak yüzlerce makale yazılabilir. Hele hele KÜRESEL ISINMA yüzünden yaşanacak felaketlerde en az hasarı görecek ve o zamanlarda yaşanabilecek en MÜTHİŞ bölgelerden biri hatta ilki olacağı düşünülürse Zonguldak’a daha farklı bir gözle bakmamız gerekmez mi?

  Çok değil 10-15 yıl sonra Dünya’daki bir çok yaşam alanının ya kuraklık ya da sel tehdidi altında hiçte güvenli olmayacağını öngörüyor bilim insanları. Artık nüfusu 8 milyarı bulan Dünya nüfusu yeterli su kaynaklarına ve gıdaya ulaşmakta büyük zorluk yaşayacak. Bazı bölgelerin bu sıkıntıyı en az hissedecek olması “ yaşamsal bir piyango” aslında. “Doğduğunuz coğrafya kaderindir “diyenlerin ne derece doğru bir analiz yaptıklarını bugün rahatlıkla söyleyebiliriz.

    Karadeniz ve özelde Zonguldak çok şanslı bir konumda. Doğa hem cömert hem de insanı üretken ve sabırlı. Peki bunca avantajına rağmen KENT böyle mi görünüyor?

  Büyük kentlerin fakir gettoları gibi soğuk ve biçimsiz binalarıyla,

  Yıkık bahçe duvarlarının ardındaki terk edilmişlik kokan ıssızlığıyla,

  Akşam saatlerinde hızlı bir koşu halinde evlerine kapanan garip sakinleriyle,

 Aralarında epeyce uzak ara bulunan soluk sokak lambalarıyla tuhaf bir gece panoraması sunan hayalet kent …

   Bu nesnellik aslında uzun yılların “ ihmal edilmiş” kent sahipliğinin bir sonucu. Ülke ekonomisine aldığından fazlasını vermesine rağmen bir türlü hak ettiği değeri alamamış bir kent manzarası duruyor gözlerimizin önünde.

  Öylesine değil YAŞANASI bir kent olması gereken ZONGULDAK eski western filmlerindeki küçük maden kasabaları gibi olmamalı aksine harap etmeden güzelleştirip büyüteceğiz diye çirkinleştirmeden kent silüetine uygun şekilde kurgulanmalı.